Prof. Dr. Mete Gündoğan Independent Türkçe için yazdığı yazıda özetle şöyle dedi;
Ülkemizde hane halkı kredi borcu dikkat çekecek bir şekilde artıyor.
Bakın hane halkı inanılmaz bir şekilde borçlandırılıyor, diyebiliriz.
2018 sonu itibarıyla Türkiye’de hane halkının toplam kredi borcu 502 milyar lirayken;
Yani bu ne demektir?
Hane halkı harcamaları artıyor demektir aynı zamanda.
Peki hane halkı harcamaları artıyorsa bu harcamanın kaynağı nedir?
Bu harcamaların kaynağı borçtur.
Hane halkını borçlandırıyorsunuz.
Şimdi aynı dönemde dikkat edersek özel sektörün de kârları artıyor.
Özel sektörün karının artması için talep olması gerekiyor: Özel sektörün mal ve hizmetlerine ya dış talep olacak ya da iç talep olacak.
Dış talep var. Çünkü doların değeri yükseliyor, Türk lirasının değerini düşürüyorsunuz. Türk lirasının değeri düşürüldüğü zaman ucuz iş gücünden dolayı, ucuz emekten dolayı bizim mal ve hizmetlerimiz rakip ülkelerin mal ve hizmetlerini göre daha ucuza geliyor.
Onun için dış talep var.
Peki iç talep?
İç talebi de işte size bu krediler oluşturuyor.
Bol miktarda kredi genişlemesi yapıyorsunuz.
Bu kredi ile iç talebi yükseltiyorsun.
Yani iç talebin asıl kaynağı kredidir, borçlanmadır.
Halbuki Bakan Mehmet Şimşek “Biz iç talebi baskılayacağız. Talep şoklaması yapıyoruz” dedi.
Nasıl baskılayacaklar?
Faizleri artırarak.
İyi de faiz artırmanız bir işe yaramadı ki. Bakın rakamlar ortada.
Hane halkı kredi borçlanması giderek artıyor.
Ne olacak bu işin sonunda?
Hane halkı borçlanmasın diye, iş talebi kısmak için faizleri artırdığınızda bu üretim sektörünü, mal ve hizmet üreten KOBİ’leri vuruyor.
Yığınla insanlar varlık transferi yapmak zorunda kalıyor.
Servetlerini kaybediyorlar, varlıklarını kaybediyorlar, hatta iş yerlerini kapatabiliyorlar.
Halbuki olması gereken şudur:
İnsanlar geleceğini değil, gelirlerini, yani kazanımlarını harcamalıdırlar.
Tekrar edeyim:
Geleceğini değil, kazandığını harcamalıdır insanoğlu.
Peki şimdi siz insanları bu kadar borçlandırarak ne yapıyorsunuz?
Onların geleceklerine ipotek koymuş oluyorsunuz.
“Al şu kadar krediyi… Nasıl olsa ileride sen kazanırsın, bunu ödersin” diyorsunuz….
Avrupa’da ise halk kazandığı parayı harcıyor Bu nasıl oluyor
…
Türkiye’de para politikası uygulayıcılarının dengeyi nerede oluşturacakları, bu tür “kazandığını mı harcayacak, geleceğini mi harcayacak?” sorusuna vereceği cevapla ilgilidir.
Efendim, bunu merkez bankası ve diğer bankalar yapsın…
Niçin yapsın?
Adamlar zaten özel şirket.
Merkez Bankası dediğin bir anonim şirket.
Diğer bankalar ve finans kuruluşları da anonim şirketler.
Ve bunlar, ne kadar çok insanı borçlandırırlarsa o kadar çok faiz geliri elde ediyorlar.
Onun için kârları çok yüksek.
E bu tatlı faiz gelirleri varken, ne diye yeniden dengeyi farklı bir şekilde oluşturmak için gayret sarf etsinler?
Bunu kim yapacak?
Bu talebin nereden gelmesi lazım?
Bu talebin hükümetten gelmesi lazım.
Hükümetin “Ben vatandaşımın ücretiyle, kazandığıyla harcama yapmasını istiyorum. Dengeyi Avrupa’da ya da Amerika’da olduğu gibi para kredi ve mal ve hizmet üretimi arasındaki dengeyi siz şurada kuracaksınız. Parayı da şu şekilde piyasaya sokacaksınız demesi lazım”
Bunu hükümet talep etmezse, finans kuruluşları, bankalar hiçbir zaman teklif etmezler.
Çünkü onlar halihazırda kendilerine var olmayan paraları satarak inanılmaz faiz gelirleri elde ediyorlar.
Dolayısıyla buradan hareketle Türkiye’de ana halkı kredi borçlanmasının çok çok arttığı konusunda uyarı yapmak istiyorum.
Ve bunun aslında hane halkının geleceğini ipotek altına aldığını söyleyerek, geleceğinin değil, kazandığının harcanması gerektiğine işaret ederek sözlerimi tamamlıyorum.