Son dönemlerin sıkça kullanılan kelimelerinden biri de verimliliktir. Verimlilik; çeşitli mal ve hizmetlerin üretimindeki kaynakların – emek, sermaye, arazi, malzeme, enerji, bilgi – etken kullanımıdır, şeklinde tanımlanır. Bazıları bu kelimenin başka bir dildeki karşılığını da kullanarak (prodüktivite) mevzuya farklı bir hava katmaya çalışırlar. Verimlilikten kast edilenin tam olarak ne olduğunun bilindiğini pek düşünmüyoruz. Ya da sadece görünürdeki birtakım işlerde aranan bir durum olduğu kanaati bizde daha ağır basmaktadır.
Bir dönem devlet eliyle de bu olay yaygınlaştırılmış, kamudaki herkes bu konuda özendirilmiş. Hatta afişler hazırlanmış, okullar işin içine sokulmuş, yarışmalar düzenlenmiş. Mevzu üzerine çeşitli çalışmalar yapılarak geniş kitlelerce konunun benimsenmesi ve hayata geçirilmesi istenmiştir. Özellikle üretim noktasındaki verimliliğe vurgu yapılmış. Bu da işverenin çalışanını daha çok çalıştırması, üretimi arttırması seklinde algılandığı için proje bir süre sonra ama sanki şimdilik rafa kaldırılmış gibi görünüyor. Ancak uygulamadaki sıkıntıların devam ettiğini de belirtmekte fayda var. Daha çok; devlet, işverenler, sendikalar ve diğer sivil toplum örgütlerinin ilgilenmesi gereken konudur bu. Söz konusu kavram, hayatımızın farklı yönlerinde nasıl kullanılabilir ona bakmak istiyoruz.
İlk olarak, dilin verimli kullanılması. Bu, üzerinde pek de önemle durulmayan bir husus olmuş maalesef. Dili verimli kullanmak; meramımızı anlaşılır, açık, gereksiz sözlerden arındırılmış, hakaret ve küfürden uzak cümleleri sarf etmek şeklinde ifade edilebilir. Ancak buna bireysel ve toplumsal davranışlarımızda pek de rastlanmadığını söylemeliyiz. Yabancı kelime istilasına bir de özensiz ve dikkatsiz dil kullanımı eklenirse durumun vahameti daha net anlaşılacaktır.
İkinci olarak, ilişkilerin verimliliğe dikkat edilmesi. Birbirleriyle konuşamayan, konuşmayan, konuştuğu halde anlaş(ıl)amayanların ilişki verimlilik endeksleri son derece düşük olacaktır. Bu da sosyal yaşam kalitemizin düşüş göstermesine sebep olacaktır. O halde doğru kelimeler, doğru zamanlar, doğru mekânlar bize doğru ve verimli ilişkilerin anahtarlarını altın olmasa da gümüş tepside sunacaktır. Onu daha kaliteli hale getirmek ise karakter ile alakalıdır ve ilişkinin taraflarını ilgilendirir.
Üçüncü olarak, verimli bir imanın gerekliliği. Öyle ya inanmamak, iman etmemek için türlü bahanelerin arkasına sığınan bazı insanlar, kendi yaradılışından yola çıkarak yaratıcının diğer işaretlerini (ayetlerini) de görmek ve anlamak için çabaladığında daha dingin bir ruh haline ulaşacak; ardından kendisi ve toplumla barışık bir fert olma yolunda önemli adımlar atmış olacaklar. Sahih ve samimi bir imana sahip kişilerin hayatlarından lezzet aldığı, hidayete belli bir çabadan/arayıştan sonra erişenlerin yaşam öykülerinde kendini belirgin bir şekilde göstermektedir. Özellikle toplumumuzdaki egemen inanç sistemini (İslam’ı) sorgulayanların, toplumdaki bazı hastalıklı tipler yüzünden inanç sistemine (İslam’a) karşı çıkmaları ve ondan uzaklaşmaları pireye kızıp yorgan yakmaya benzer. Hayali Bey’in
Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler.
Ol mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler.
beyti tam da bu şekilde davrananları anlatır. Beyitte Hayali Bey diyor ki: Cihanı süsleyen, bezeyen, var eden Yaratıcı; cihanın içindedir. Cihandakilerse onu aramayı bilmezler. Bunlar denizde olup denizin farkında olmayan balıklar gibidir. Tahkiki imanın taklidi imandan üstün olduğunu beyan eden inanç sistemini eleştirenler, daha çok taklidi imana sahip hatta bunda da pek samimi olmayan fertlerin hatalarını esas almaktadırlar. Bunu da araştırma yapıyoruz, iddiasıyla ortaya koyuyorlar. Ancak yaptıklarının imanlarını değil de çoğunlukla imansızlıklarını arttırmaya yaradığını belirtelim. Üstelik bununla da kendi yanlışlarına kılıflar bulma gayretinde oldukları düşünülebilir. İhlas, samimiyet, iyi niyet, hakikate ulaşma çabası içinde yapılacak çalışmalar imanda da verimli ( Allah’ın rızasına uygun) bir sonuca bizi ulaştıracaktır.
Dördüncü olarak, amel (eylem)de verimliliğe dikkat edilmesi. Sahih ve sağlıklı bir inanca sahip bireylerin amellerinde aşırılık görülmez. Hangi eylemi yapıyorlarsa yapsınlar, onlarda bir obezlik durumu söz konusu olmaz. Ölçülüdürler, aşırılıkları yoktur. Onlar, bir sükûnet halinde yaparlar yapacaklarını. Düzenli ve süreklidir eylemleri. Az da olsa sürekli olanın daha olumlu sonuçlar doğurduğunun farkındadırlar. Taşı delen suyun gücü değil damlaların sürekliliğidir, ilkesini benimsemişlerdir. Değişen şartlara göre farklılık göstermez eylemleri. Rüzgârın esiş yönüne göre şekil değiştirmezler. Sahip oldukları makam, mevki, statü, mal, mülkün onlara hak tanımazlık, adaletsizlik, zalimlik benzeri haklar sağlamadığının bilincindedirler.
Hülasa, çıktığımız dünya yolculuğunun bir gün sona ereceğinin farkında olarak dilimizi, ilişkilerimizi, imanımızı ve eylemlerimizi aşırılıklardan uzak tutmalı, nefsimize ve insanlara yararı olmayacak tutum ve davranışlardan sakınmalıyız. Faydasız olandan kaçınmalıyız. Verimli, dolu dolu bir hayat için çabalayalım. Unutmayalım: ‘’Bazı bulutlar yalnızca havayı karartırlar ama hiçbir zaman yağmur yağdırmazlar.’’ Oysa insanlık, rahmet yüklü bulutlara hasret. Sen hangi bulutsun? EYYUP YÜKSEL