islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4787
EURO
36,2260
ALTIN
2.957,05
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

VİRA BİSMİLLAH

VİRA BİSMİLLAH
27 Mayıs 2022 10:35
A+
A-

Uşak Üniversitesi rektörlük görevini yürütürken FETÖ ile mücadeleyi fırsat, çıkar ve kazanç kapısına dönüştüren bir şebeke tarafından FETÖ üyeliği isnadı ile gözaltına alındım. Tamamen sahte,  kurgulanmış sözde delillerle 7 yıl 11 hapse mahkûm edildim. Kumpas İstinaf mahkemesinde dahi devam etti!  Cezayı onaylayıp Yargıtay’a gönderdi. Neticede Yüksek Mahkeme dosyayı inceledikten sonra, delillerin değerlendirilmesinde düşülen yanılgı nedeniyle mahkûmiyet vermişsiniz, beraat vermeniz gerekirdi, dedi.

Elbette ortada yanlış bir değerlendirme yoktu, kasıt vardı. Lehte olduğu bilindiği için, delillerimizin gizlendiği/getirtilmediği, lehte tanıklarımızın dinlenmediği, dosyada doğal olarak bulunan lehte delilerin de ya görmezden gelindiği ya da mantığın, muhakemenin ve makuliyetin amuda kaldırılarak aleyhe yorumlandığı böyle bir kumpas dosyasını Yargıtay dahi gözden kaçırabilirdi! Ancak Yüksek Mahkemenin dikkatli ve rikkatli heyeti gördü ve oyunu bozdu. Yaşadıklarımı tarihe mâl etmek için kalemime sarıldım. Her şeyi yazdım ve yazıyorum.

15 Temmuz 2016’da geçekleşen hain darbe girişiminin,  FETÖ istismarı yapan çıkar amaçlı bazı kamu görevlileri, onların basındaki ve sivildeki uzantıları, sözde FETÖ itirafçıları ve kripto FETÖ’cülerle birlikte nelere alet edildiğini, Türk yargısında nelerin yapılabildiğini belge ve bilgileriyle kaleme aldım. “907 Gün/Beraat Eden Rektörün Kaleminden Bir Kumpasın Anatomisi” başlıklı kitabımın 2 aya kadar basılmış olacağını umuyorum.

Göz göre göre bir kumpasla nasıl rektörlükten alaşağı edildim? Darbe teşebbüsünün oluşturduğu kaos ortamından birileri nasıl faydalandı? Devlet içine sızmış, görevini kötüye kullanmak suretiyle devletine ve milletine ihanet eden birileri nasıl siyasi himaye gördü?  Elan hukukun önünden kamu gücüyle nasıl kaçırılıyorlar? Devlet kurumları nasıl aciz bırakılıyor? Kitabımda bütün bunları adım adım ifşa ve ihbar ettim.

Evet dostlar. Bir polis baskınıyla alınıp 907 gün betona gömüldüm. Olabilirdi böyle dönemlerde böyle şeyler! Düzelirdi. Düzeltilirdi. Fakat düzeltilmedi!

Bu kahredici süreç beni ve ailemi çok üzdü. Zira bizi çok yakından tanıyan yüksek bürokrasideki dostlarımız bile sessizliğe gömüldüler. Hainlerin, bozguncuların, fitnecilerin dinini yıkan iftiracıların çıkardığı münafık gürültüler tüm ülkeyi kaplarken,  etkili ve yetkili yerlerde bulunan ve kim olduğumuzu bilen dostlarımız susmuştu!   Dahası bu arkadaşlarımızın gözleri önünde aleyhimize gerçek dışı raporlar hazırlanmış,  bunlar üstümüze dökülen betonun harcı yapılmıştı.   Bu nasıl bir sessizlikti? Bilge Muvahhit Aliya İzzetbegoviç’in “Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır, ” dediği sessizlik bu olsa gerekti!

Ne oluyordu?

Resulullah’ın buyurduğu “zulme susmanın dilsiz şeytanlığı ve zulme ortaklığı” durumu Müslüman kardeşlerimizde mi tecelli etmişti?    Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan doğruya tanıklık eden din kardeşlerim neredeydiler?

Tam burada Adalet Bakanlığı, HSK gibi ilgili yerlerin odalarını ve koridorlarını Rektör Sait ÇELİK, FETÖ’cü değildir, bu konuda sadece elimi değil,  gövdemi de ortaya koyarım diyebilen Uşak Ak Parti Milletvekili Dr. Alim TUNÇ gibi istisna yiğit bir şahsiyeti anmazsam haksızlık olur. Yukarılardaki bildiğim tek kardeşimdi.   Ne var ki onun da gücü yetmedi!

Akademisyen ve şair bir dostum 2018 Ağustosunda,  benim ve kendisinin yaşadıklarından ilhamla, İNANAMIYORUM başlıklı bir şiir yazmıştı ki sırf bana kurulan kumpası tüm ayrıntılarıyla deşifre ettiği için, kendisi de bu sırada cezaevindeydi. Zira bu arkadaşım, kim ne yapmış ise kumpasçıların FETÖ irtibatları da dâhil ifadeye koyarak ipliklerini pazara çıkarmıştı.  16 Mayıs 2016’da kişisel sitesinde “Ah Savcım Ah… Ne Yaptın Sen!” başlığıyla yazdığı bir makalede, bir FETÖ şüphelisinden aleyhimizde nasıl ifade alınmaya uğraşıldığını, şüphelinin özgürlüğü karşılığında iftara atmaya nasıl azmettirilmeye çalışıldığını, yer, zaman, saat bildirerek delilleriyle ortaya koyduktan sonra, “dolayısıyla rektör Sait Çelik hakkında topladığın bütün iftiracı ve itirafçı ifadeleri sahtedir, hükümsüzdür! Yaptığınız soruşturmayı çöpe atın sayın savcım, demişti.

Evet, O’nun da tek suçu doğruya şahitlik etmekti!

İşte bu arkadaşım yolu cezaevine düşürüldüğünde bu şiiri kaleme almıştı.   Şiirin her bir parçası toplumsal çürümeyi anlatan, onaramıyorum, durduramıyorum, arayamıyorum, dileyemiyorum, bulamıyorum, koruyamıyorum,  güvenemiyorum, arıtamıyorum, anlayamıyorum kelimeleriyle, son parçası da İNANAMIYORUM, diye bitiyordu.  Şöyle ki;

İnanan müminler vardı,

Bir zamanlar.

Şimdi inananlar var,

Bir de tanrıları.

Sanat, güzellik, iktidar

Makam, para, hatta

Din tanrıları.

Sarmış dört bir yanımı,

Çeşit çeşit, kısım kısım.

İmansız inananlar.

O kadar çoklar ki,

Bakıyorum bakıyorum da,

İnanamıyorum.

Evet, yaşadıklarıma gerçekten inanamamıştım. Şiirde ifade edilen  “imansız inananlar/o kadar çoklar ki, / bakıyorum bakıyorum da/ inanamıyorum”, duygusunu ayne’l-yakin, yaşadım. Bunu yaşayıp da Rabbimin Nisa 136’da, iman edenleri, iman etmeye davet eden sözünü hatırlamamak mümkün mü?

Bu dönemde çok acılar çekildi. Her ideolojik çizgiden birçok insan şu veya bu sebeple FETÖ çamuruna bulaştırıldı. Ancak Müslüman kimliğine sahip, dışarıdan İslamcı etiketiyle tanımlanmış insanların FETÖ mağduriyeti sanıyorum bir tık üstte gerçekleşti. Yukarıda sitem ettiğim etkili ve yetkili mevkilerdeki dostlarımızın bana sahip çıkamama gerekçesinden birisi belki de buydu. Ahmet Hakan bir yazısında bu durum şöyle dile getirmişti.  “İslamcı bir iktidarda bir İslamcının tutuklanması çok sıkıntılı bir durumdur! İktidar karşıtları susar, Ne yani?  “Şimdi bir İslamcıyı mı savunacağız ” diye.  İktidar yanlıları zaten susar. ” Aman başımıza bir iş gelmesin” diye.  Avrupa ABD filan doğal olarak susar ” İslamcıyı da savunacak halimiz yok ” diye. Talihsizlik üstü talihsizliktir yani”   

Nitekim,  yukarıdaki şiirin sahibi akademisyen arkadaşım Sayın  HAKAN’ın bu yazısının altına  “anlayacağınız SAİT ÇELİK olmaktır bu” diye yazmıştı!

Gerçi ne fark eder? Neticede bir tık üzerinde, iki tık aşağıda, ne fark eder? Acıların dozu, zulmü zulüm olmaktan çıkarmıyor. Bu nedenle; yazdığım kitabın başında;  FETÖ’cü isnadıyla lekelenenlerle cezaevinde tanıştım. Acılarını aynel yakin müşahede etmekle kalmadım, nefsimde de zerrelerime kadar hissettim. Haysiyet cellatlarının, müfterilerin, yalancıların, kifayetsiz muhterislerin, ahlaksız siyasilerin ve ikbalperstlerin hedefi ve kurbanı olmuşlardan gayrısı bu tarifsiz acıyı bilemez. Goethe “Kendi acımız bize başkalarınınkini bölüşmeyi öğretir.” demiş. Bu nedenle eserimi, haksız ve zalimce ithamlar altında ezilirken, “Neredesin ey adalet?” çığlığını diri diri gömüldükleri beton duvarların ötesine duyurmaya çalışmış, tüm mazlumlara, onların eş ve çocuklarına, ithaf ediyorum.”

Dedim.

Etki ve yetki sahibi din kardeşlerim tarafından terk edildiğim, din kardeşi zannettiğim ve fakat çıkar amaçlı şebekelerin üyesi olmuş, kravatlı ve insan kılıklı biyolojik varlıklar tarafından sırtımdan hançerlendiğim günlerde, kalem gücünü basında ayan edebilen iki dost insan vardı. Biri kıymetli Hocam Ali Rıza DEMİRCAN diğeri ise Atilla YAYLA hocam.   Bu iki müstesna insan, hakkımdaki müspet kanaatlerini zor zamanda basın yolu ile paylaşma erdemini gösterdiler.

Evet, çok tanıdıklarım vardı aslında, ama rektörlük dönemimde tanıma şerefine nail olduğum bu iki güzel insan beni onurlandırdı. Adı Müslüman hatta sözde dava adamı geçinen birileri,   FETÖ denilen harekete uzaktan yakından ilgisi olmamış ve olamayacak, rektörlüğü döneminde bu hain yapıya maddi ve manevi en ufak bir çıkar sağlamamış, ne istemişlerse vermemiş, dünya nimetlerini inançlarının önüne geçirmemiş, milli görüş ekolünden yetişmiş Sait ÇELİK’i,  kumpasla FETÖ/PDY üyesi yaparken, dahası kurdukları oyunu, basın ve yayın kuruluşlarında alçak manipülasyonlarla ve karartma haberlerle desteklerken,  DEMİRCAN ve YAYLA hocam doğruya tanıklık etmişlerdi. Rabbim onlara dünya ve ahiret selameti bahşetsin.

Tutuklandığım haberi basında yer aldığı gün, 31 Aralık 2016’da Ali Rıza hocam “Vefamızı Yitirmemeliyiz” başlığı altında şunları yazmıştı:

“…Çok yakın bir geçmişte bir konferans vermek üzere UŞAK’a gitmiştim. Daveti yapan derneğin başkanı İstanbul İmam-Hatip lisesinden arkadaşım avukat M.G. ve arkadaşları beni övgü ile söz ettikleri Uşak Üniversitesi Rektörü Sait Çelik’i ziyarete götürdüler.

Rektör Sait Bey bizi saygı ile karşıladı. Beklemediğim ölçüde beyefendi mi beyefendi bir kişi ile karşılaşmıştım. Kibar, sevecen ve mütevazı.  İslâmi kültürü de derin ve etkileyiciydi. Yarım saati aşkın sohbetimizde daha çok bizi dinleme zarafetini gösterdi. Birkaç yıl geçmesine rağmen üzerimdeki sıcaklığı hâlâ etkisini sürdürüyor.

Tutuklandığı haberini okuyunca sarsıldım. Avukat dostumuzu aradım. O da şaşkındı. Hayır dedi, Sait bey Fetö’cü değildi, diyerek üzüntülerini dile getirdi; bu tür yanlışlıklar yapılıyor, diye de ilave etti.

Yaşadığımız günlerde Fetö’cülükten tutuklananlar lehine söz söylemek yürek işi… Ama pek çok bakanımızın sitelerinde olsun boy gösteremedikleri 16 Temmuz 01.29’da Darbe’ye karşı yüreğini ortaya koymuş bir insan olmasaydım dahi vefasızlığa razı olamazdım. İlgisizliği içime sindiremezdim. Hiç kimseyi aklamıyorum ama vefasız da olmak istemiyorum.

Biz Müslümanız. Vefa bizim erdemimizdir. Yitirdiğimiz değerimiz olmamalıdır.

Gözyaşlarımı akıtarak yazdığım bu yazıyı, Sait kardeşimin tutukluluğunun Ahiret saadeti için bir yatırım olması dileği ile bitiriyor, yapılması gerekenleri, kullarını devreye sokacak Âdil ve Rahmân olan Rabbimize havale ediyorum.”

Atilla YAYLA ise, 6 Haziran 2017’de Serbestiyet. Com’da  “FETÖ’cüler mağdur mu, mağdur eden mi?”  başlığı altında aynen şöyle demişti:

“Diğer mağduriyet örneği Uşak Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sait Çelik’in başına gelenler. Prof. Çelik’i beş-altı yıldır tanıyorum. Defalarca kendisiyle görüştüm, sohbet ettim. Mütedeyyin, sakin, çalışkan, titiz, bireyselliği grup bağlarının önüne koyan bir insan. Devlet malına kendi malından fazla özen gösteren ve bu yüzden üniversiteyi şehrin bazı kimselerinin ve kesimlerinin çöplüğü haline gelmekten özenle koruyan bir kişi. Anladığım kadarıyla bu tutumu bazılarında ona karşı daha 15 Temmuz öncesinde düşmanlık yaratmış. Bunlar Çelik’i 15 Temmuz sonrasında FETÖ’yle ilişkilendirmeye çalıştı. Oysa Sait Çelik 15 Temmuz darbe teşebbüsüne sosyal medyada ilk anda tepki veren ve bunu yapmak için kimin kazanacağını beklemeyen az sayıdaki rektörden biri. Hakkında hazırlanan dosyada da hiçbir somut delil yok. Sadece dedikodular var. Buna rağmen hapiste tutuluyor ve tutukluluk süresi beraat etse dahi rektörlüğünü kaybetmesi için kasıtlı olarak uzatılıyor.”

Her şey aynen hocanın tarif ettiği gibiydi!

Hukuk mücadelesine ve tecrübelerimi gelecek nesillere ulaştırma çabasına giriştiğim bu günlerde Ali Rıza Hocam, tecrübelerimi ve yaşadıklarımı Mi’rat Haberde paylaşmamı teklif ederek beni bir kez daha onurlandırdı.  Heyecanlandım. Sosyal bilimci değildim. Biyokimya profesörü olarak hayatını şekillendirmiş  birisi olmama rağmen kanım kaynadı ve acaba toplumumuza mirat yani ayna tutabilir miyim heyecanına kapıldım.  Ali Rıza DEMİRCAN Hocamın teşvik ve tensipleri ile haydi bismillah deyip yazı dizisine başlıyorum.

Her hafta Cuma günü yayınlanacak olan yazılarımda yaşadıklarımı çeşitli açılardan ele alarak toplumsal farkındalık sağlamayı ve aynaya bakmamıza katkıda bulunmayı arzuluyorum.

Bu yazı dizisinde Yusuf(as)’ı kuyuya atıp babalarına yalan söyleyen Müslüman cemaati sarsmak gibi bir amacım var.   Yeryüzünde bunca haksızlık ve zülüm işlenirken seyirci kalan ve seyirci kalmaya devam eden bu toplumun önderlerini sorgulamak ve sarsmak gibi bir amacım daha var.  Yazılarımla her bir bireyin, bireysel ve toplumsal sorumluluklarını yeniden ve yeniden hatırlamasına vesile olmayı diliyorum.

İdeolojik tutuculuktan, grup taassubundan ve hurafelerden arınmadıkça, önce kendi nefsimizi ve mahallemizi ıslah etmedikçe, kan revan içindeki İslam dünyasının selamete çıkması mümkün görünmüyor.

Hemen hemen bütün önderleri dünyanın en zengini, fakat halkı en fakiri konumundaki İslam Dünyası’nın, Kitabı Kerimin rehberliğinde ve Resulullah’ın örnekliğinde yürüdüğünü kimse iddia edemez. Markası Müslüman, özü münafık yapılarla gideceğimiz bir yer olmadığı gibi,  Rabbimizin Yunus Suresi 10. Ayette ifade buyurduğu üzere,  akıllarını kullanmayanların üzerine pislik yağdırdığı gerçeğini ve tecellisini yaşadığımızı ne zaman göreceğiz?

Şair Özdemir Asaf, Adalet adlı şiirinde;

İnsansız adalet olmaz
Adaletsiz insan olur mu?
Olur, olmaz olur mu?
Ama olmaz olsun,

Dedirten süreçleri anlattığımda, beni daha iyi anlayacağınız sanıyorum, vesselam. Haydi Bismillah.

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.