İki benzer arasında çok büyük farklar olmasına rağmen ehli kitabın tercihlerini, elçileri daha akılcı ve daha temiz anlatan Kur’an’dan yana değil de tahrif edilen Tevrat ve İncil’den yana kullanmalarının en büyük nedeni, onların “Rabbi” adını verdikleri din adamlarıdır.
Bu din adamlarına göre; ellerinde bulunan kitaplara iman etme zorunluluğu olmasına rağmen, kitaplar düz okumayla anlaşılamayacak kadar kapalı ve şifrelidir. Onun açıklanması ve şifrelerin çözülmesi din adamlarının işidir.
“Tora’nın”[25]kendine özgü dili, çeşitli sebeplerden dolayı şifrelidir ve bazı durumlarda bir kanunun uygulaması ilgili metin okunduğunda varılan sonuç, o kanunun pratikteki uygulaması ile farklılık gösterebilir”
“Oysa Tora’nın Tanrı’dan geldiğini bilen kişiler, tüm bu garip, yersiz ya da gereksiz kullanımların içinde mutlaka sonsuz değer ve miktarda mesajın varlığını görürler. Tora sadece okunmayı değil. “Analiz edilmeyi” gerektiren bir metindir. Ancak bunun da belirli kuralları vardır ve bu analiz sadece Moşe Rabenu’ya, onun da bizlere öğretmiş olduğu yöntemler kullanılarak yapılabilir”
“Şivim Panim LaTora”“Tora’nın Yetmiş Yüzü Vardır”. Bir elmasa farklı yüzeylerden baktığınızda farklı görüntüler elde edersiniz. Bu bakış için en önemli şart, nereden bakarsanız bakın “doğru gözlüğü” kullanmaktır. Tora’yı incelemek ya da yorumlamak için kendi gözlerine güvenen ve gözlüğe ihtiyacı olmadığını iddia edecek kadar kaba olan kişi, o elması basit bir taş olarak görmeye mahkumdur”.
“Yetmiş yüze sahip olan Tora’nın en ufak detayıyla ilgili sayısız ve bazen birbiriyle çelişebilen açıklamanın varlığı sürpriz olmamalıdır. Tora bir yaşam kitabıdır v e hayatın her alanıyla ilgilenir. Dahası Tora sadece bir kitap değildir. Burada yazılı olanın kat kat fazlası, uygulamalar, değerler ve ayrıntılar şeklinde Yahudi belleğinde mevcuttur. Tora’nın tek bir değer üzerinde durması elbette beklenemez. Bu açıdan öğretmenlerimiz olan Hahamlarımız, çeşitli açıklamalara, çeşitli mesaj ve dersler gizlemişlerdir. Bu da Tora ile ilgili birbirinden farklı açıklamaların temelidir”.
“Tora hakkındaki bilgisi sadece düz (ve çeviri) metin okumakla sınırlı kişilerin, okudukları hakkında yersiz ve yanlış yorumlar yapılmasına hatta bazı ifadelerin Yahudi aleyhtarlığına alet edilmesine kadar gidebilmiştir. Bu durumun, binlerce yıllık köklü gelenekten haberdar olunmamasından kaynaklandığı açıktır. Dolayısıyla Tora’nın köklü geleneğin rehberliği olmaksızın yorumlanması son derece yersiz ve hatalı kaçacağı akılda tutulmalıdır.”[26]
Ehli kitabın din algısının nasıl oluştuğunu anlatan bu pasajlar olayı şöyle formüle etmektedir. Tanrı’nın kitabı mükemmeldir ama şifreli ve kapalıdır. Herhangi bir rehber olmadan okumak yanlış anlaşılmasına yol açmaktadır. İşte bu yüzden Tanrı, kitabının nasıl açıklanacağını Musa’ya öğretmiştir. Musa’nın kitabı açıklamak için söylediği sözleri, aslında kitaptan daha değerlidir. Kitaptan daha değerli bu sözler “Sözlü Tora” denilen hadis külliyatıdır. Bu sözler din adamlarının belirlediği yöntemlerle nesilden nesile aktarılmıştır. Yahudi din adamlarının kendilerince anlattığı bu formülü bizim anlayacağımız şekilde deşifre ederek anlatırsak, Yahudilik dini şu ana esaslardan oluşmaktadır.
Musa’nın sünnetinin toplandığı Talmud iki bölümden oluşur. Mişna ve Gemara. Her ne kadar Musa’nın söyledikleri kapalı olan Tora’yı açık ve anlaşılır hale getiriyorsa da onun söyledikleri de açıklanmaya, değişen şartlara ve zamana uyarlanmaya muhtaçtır. Bu uyarlama ise Tanrı’nın buyruğuyla İsrail oğulları ileri gelenlerine yani din adamlarına (Rabbilere) bırakılmıştır. Açıklamalara da Gemara denmektedir. Böyle olması gerektiği hususunda tam bir birliktelik vardır. Bu da Yahudilerin “İcma”sıdır.
Buraya kadar tam bir fikir birliği aranırken bir sonraki adımda fikir birliği yoktur ve gerekli de değildir. Gemaralar Yahudi din adamlarının içtihat ve yorumlarından oluşmaktadır. Bunlarda herkesin aynı içtihat ve yorum etrafında birleşmesi gerekmemektedir. İhtilaf edilmesi gayet normal bir hadisedir ve hatta bu ihtilaflar zenginliktir. Yani alimlerin ihtilafında rahmet vardır. Bundan dolayı Yahudilerin elinde onlarca “Gemara” vardır. Bu Gemara’ların farklı olması aynı zaman da farklı Talmud’ların oluşmasına neden olmuştur. Çünkü; Musa’dan gelen bir hadis, alimler tarafından farklı farklı anlaşılmış ve başka sonuçlara varılmıştır. Aynı hadisten farklı sonuçlara ulaşmak ise Musa’ya atfedilen hadislerin, alimler tarafından yapılan farklı kıyas metotlarının doğal sonucu olmaktadır ve bu gayet normaldir. Müslümanların “Kıyası Fukaha” kavramı da bunun aynısıdır.
Ehli kitab’ın din formülünün son ayağı, yaşayan alimlere uyma zorunluluğudur. Yukarıda saydıklarımız ne kadar doğru anlaşılırsa anlaşılsın her çağda son sözü, yaşayan din adamları söylemektedirler. Bunlar dini sürekli canlı ve aktüel halde tutmak için içtihat ederler. Yeni sorunlara eskilere bakarak yeni ve çağa uygun yorumlar getirirler. Mesela; Tora’da Mısır’dan Çıkış 21;24 bölümünde “göze göz” şeklinde uygulanması gereken kısas, alimlerin görüşleri ile para cezası şekline çevrilebilmiştir[28].
Kur’an’ın indiği ortamda bulunan ehli kitap, dinlerini işte bu esaslara göre formüle etmişlerdi. Bu formül Yahudi ve Hıristiyan ulemanın sıradan insanlar üzerinde ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Sonuçta ne Tanrı’nın kitabının ne de Tanrı’nın elçisinin sözü geçerli olmamakta, iş gelip din adamlarının söyleyeceklerine dayanmaktadır. Onların verdiği hükümler uygulanmakta, onların çizdiği elçi tasvirleri kabul edilmekte, onların gösterdiği yol doğru sayılmaktadır. Onlar da insanlar üzerindeki bu sınırsız otoritelerini kendi mezhep, tarikat veya felsefi ekollerini meşru hale getirmek için kullanmaktadırlar. Onların kendi halklarına ihaneti Kur’an’ın birçok ayetine konu olmuştur.
Maide 5/41
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَلِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِمَوَاضِعِه۪ۚ يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ وَمَنْيُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُاَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Ey peygamber, ağızlarıyla “inandık” deyip, kalbleriyle inanmamış olanlardan ve yahudilerden küfürde yarış edenler seni üzmesin. Onlar yalana kulak verirler, sana gelmeyen diğer bir topluluğa kulak verirler, kelimeleri yerlerinden değiştirirler, “eğer size bu verilirse alın, bu verilmezse sakının” derler. Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun için Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar öyle kimselerdir ki, Allah, onların kalblerini temizlemek istememiştir. Onlar için dünyada rezillik var ve yine onlar için ahirette de büyük bir azab vardır.
Bugün dahi hem Hıristiyanların hem de Yahudilerin dinlerinin merkezlerinde tapınak ve din adamları vardır. Bu din adamları tarih boyunca vahiyleri içtihat, yorum ve kıyaslarıyla şekillendirmiş, onlara kendilerine göre biçim vermişlerdir. Bu rabbiler içtihatlarıyla dine biçim vermede kendilerini o kadar sınırsız görmüşlerdir ki; M.S 325’de İznik’te toplanan din adamları konsülü, içtihatla İsa’yı Tanrı’ya oğul olarak atadıkları gibi buna inanmayanı da kâfir ilan etmişlerdir. Hangi biçimi verirlerse versinler kendileri daima merkezde olmuşlardır. Tanrı’nın kitabını ve elçisini her şeyin üstünde tutuyor gözükseler de aslında her şeyin üstünde etkili olanlar kendileridir.
Kur’an’ın indiği ortamda da durum böyleydi. Yahudi ve Hıristiyanlar, üzerlerinde sınırsız otoriteleri olan din adamlarını aşamadılar. Onların kendi kitapları hakkında yaptıkları yorum ve içtihatlarını vazgeçilmez olarak gören ehli kitap, yine bu din adamlarının Kur’an hakkında yaptıkları yorum ve içtihatlardan da vazgeçemediler. İçlerinden bu din adamlarının etkisi olmadan Kur’an’la baş başa kalan az sayıda insan, Kur’an’a iman etmede tereddüt göstermedi. Ancak bunlar her zaman azınlıkta oldular. Geneli nasıl ki Tevrat ve İncil’in kapalı, şifreli, anlaması zor kitaplar olduğuna inandıysa Kur’an’ın da aynı yapıda olduğuna kapalı ve şifreli olma özelliğinin Allah’ın vahiylerinin temeli olduğuna inandılar.
Din adamları da bunu kullanarak Tanrı ile kullar arasında kendilerine bir yer edindiler. Tanrıdan gelen vahiyler din adamlarının şekillendirmesine maruz kaldığı gibi Tanrı’ya gitmeye çalışan bir kul da onlar üzerinden yolculuğa çıkmalıydı. Ellerinde bulunan Allah’ın vahyini kapalı olduğu için açıklamak adına tahrif ettiler. Bu tahrifi “Tanrı’nın dediğine değil demek istediğine bakılmalı” şeklinde bir nevi Tanrı’nın niyetini okuyarak yaptılar. Çünkü Tanrı’nın ne dediği herkes tarafından bilinir ama ne demek istediği sadece onlar tarafından bilinirdi. Yine kendileri gibi kişiler üzerinden topladıkları Musa’nın sünnetini vahyin üstüne hakem yaptılar. Belirleyici olanın kitap değil onlara göre yazılı vahiyden daha üstün vahiy olan sünnet olduğunu söylediler. Bu sünnet farklı farklı din algısı ortaya çıkarmasına ve bu farklılıklarla birbirlerinin kanını dökmeye varana kadar ihtilaf oluşturmasına rağmen bunu “Yahudi alimlerinin ihtilafında rahmet ve zenginlik vardır” diyerek telif ettiler.
Aslında kendi görüş ve içtihatlarını her şeyin üstünde görmelerine rağmen dertlerinin Tanrı’nın dinin daha iyi anlamak, şerefli elçilerinin peşinden gitmek olduğu yalanına kitleleri inandırdılar. Vahyin orijinal metnine müdahale ettiler, gizlediler, değiştirdiler, insan sözü karıştırdılar. Zira vahiy orijinal haliyle kalsaydı kendi kirli ve şeytani suratlarına ne kadar ustaca yapılmış maskeler geçirmiş olurlarsa olsunlar, vahiy onların maskelerini düşürür, şeytani suratlarını açığa çıkarırdı. O’nun için peş peşe gelen elçilerin getirdiği tüm vahiylerin orijinal haline hep müdahale ettiler. Onlar bu müdahale yetkilerinin tartışılmaz olduğunu insanlara göstermek için orijinal metnin içine güya yetkilerini vahiyden aldıklarını bildiren pasajlar bile eklediler.
“Harun’la oğullarını Buluşma Çadırı’nın giriş bölümüne getirip yıka. Harun’a kutsal giysileri giydir, bana kâhinlik etmesi için onu meshederek kutsal kıl. Oğullarını getirip mintanları giydir. Bana kâhinlik etmeleri için babaları gibi onları da meshet. Bu mesh onların kuşaklar boyu sürekli kâhin olmalarını sağlayacak.” Musa her şeyi RAB’bin kendisine buyurduğu gibi yaptı. (Çıkış 40/12-16)
“Mesh işleminden önce, Koenler’in kutsiyeti, yalnız onlara aittir, kalıtsal değildir. Mesh işlemi, bu özelliği ebedi ve kalıtsal kılmıştır. Bundan böyle Koenlik tarih boyunca babadan oğula geçecektir. (Gözlem yayınevi. Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla TORA ve Aftara. 2. Kitap Şemot s.507)
Vahye müdahale kalıtsal ve kutsal hale gelmiş, babadan oğula bir miras gibi devredilerek bu haksız otorite sağlama alınmış oldu. Artık kim ne diyebilirdi ki kitap onların kalıtsal müdahalesine onay veriyordu.
Rabbilerin din algısının oluşturduğu Musa ile Kur’an’ın Musa’sı karşı karşıya geldiğinde, tapınaklarında Kur’an’ın Musa’sına savaş açan konuşmalar yaptılar. Kitap, sünnet, icma, kıyas-ı fukaha ve çağdaş alimlerin yorumlarını devreye sokarak Kur’an’ın Musa’sının, İsa’sının sahte, kendilerinin biçim verdiği Musa ve İsa’nın gerçek olduğuna otoritelerini kul ettirdikleri takipçilerine inandırmayı başardılar.
Varlığı yaratırken yorulan Yehva, İçki içen Nuh, Yalan söyleyen İbrahim, kızlarıyla ensest ilişki kuran Lut, babasını aldatan Yakup, komutanın karısıyla yasak ilişkiye giren Davut, yediyüz karısı ve üçyüz cariyesinin putlara tapmalarına göz yumup sonra kendisi de putlara tapıp kafir olan Süleyman[29]gibi meselelerde ise yorumun dibine inildi, tevilin bin türlüsü yapıldı ama ne olursa olsun sonunda en azından kendi dindaşları (kulları)[30]bunlara inandı.
Elimizde bulunan Tevrat ve İncil’e inananlar ne yazık ki bu din adamlarının ihanetinin her türünü gördü, hâlâ da görmekteler… Onlara anlatılan kıssalar hep bu din adamlarının ustaca dizaynları ile şekillendi. Bu adamlar nereye ne sokacaklarını, hangi kelimeyi gizleyip hangisinin altını çizeceklerini, kendi sözlerini vahyin neresine monte edebileceklerini çok iyi biliyorlardı. Onların bu ustalığa ulaşmaları asırları almıştı…
[25]Tevrat aslında tek bir elçiye verilmiş kitap değildir. 39 bölümden oluşan Tevrat Musa ve Musa’dan sonra gelen elçilere verilen kitapların toplamıdır. İlk beş bölüm Musa’ya verilen kitaptır ve adı Tora’dır. Yahudiler bu beş bölümün ana kitap diğerlerinin ise tamamlayıcı ve açıklayıcı kitaplar olduğuna inanırlar.
[26]Gözlem yayın evi Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla TORA ve Aftara. 1.kitap Önsöz
[27]Kitab-ı Mukaddes; Yaratılış 31;12-17
[28]Gözlem Yayınevi, Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla Tora ve Aftara. 2.kitap. Şemot. S.255…Bu kitap altı cilt şeklinde Yahudi din adamları tarafından yapılmış Tevrat’ın ilk beş bölümünün tefsiri niteliğindedir.
[29]Bkz. Eski Ahit, 1. Krallar 11;1-13
[30]Bkz. Tevbe 9/31
[25]Tevrat aslında tek bir elçiye verilmiş kitap değildir. 39 bölümden oluşan Tevrat Musa ve Musa’dan sonra gelen elçilere verilen kitapların toplamıdır. İlk beş bölüm Musa’ya verilen kitaptır ve adı Tora’dır. Yahudiler bu beş bölümün ana kitap diğerlerinin ise tamamlayıcı ve açıklayıcı kitaplar olduğuna inanırlar.
[26]Gözlem yayın evi Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla TORA ve Aftara. 1.kitap Önsöz
[27]Kitab-ı Mukaddes; Yaratılış 31;12-17
[28]Gözlem Yayınevi, Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla Tora ve Aftara. 2.kitap. Şemot. S.255…Bu kitap altı cilt şeklinde Yahudi din adamları tarafından yapılmış Tevrat’ın ilk beş bölümünün tefsiri niteliğindedir.
[29]Bkz. Eski Ahit, 1. Krallar 11;1-13
[30]Bkz. Tevbe 9/31
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi