“Yüce Peygamber Hz. Muhammed, dünya tarih sahnesine ilahi lütufla bir mucize olarak gelişiyle, yüzlerce sahabesini veya takipçisini adi metal durumundan kıymetli altın haline getirdi. Yedince asırda o karmakarışık vahşet içindeki Arabistan çölünden, İslam güneşinin parlayacağını, sonra da onun yolunda sayısız büyük insanın zuhur edip gelecek çağları aydınlatacağını, önceden kim söyleyebilirdi?”
Margaret Marcus, 1935 yılında New York’ta doğdu. Ailesi, Almanya’dan Amerika’ya göçmüş Yahudilerdendir. Amerikan yaşamının insanı eşyaya dönüştüren hâlinden uzaklaşmak için eğitimini yarıda bıraktı. Kendini, kökünü araştırmaya ve İslam’ı tanımaya verdi. Kısa bir süre sonra gerçek onu İslam’a yaklaştırdı ve Müslüman oldu. “Meryem Cemile” adını alarak Pakistan’a yerleşti ve oradan İslam’a hizmete yöneldi. Marcus, yazdığı “Kendini Mahkûm Eden Batı” isimli eserinde Peygamber’in varlığını, evvela içinden çıktığı toplum için, sonra bütün insanlık için bir şans olarak görür:
Yüce Peygamber tarih sahnesine çıkmadan evvel halkı sürekli kavga eden, birbirine düşman,, vahşi ve putperest aşiretlerden ibaretti. O olmasaydı, onların yegâne kültürel büyüklüğünü teşkil eden Arapça lisanı şiir alanında oldukça yüksek gelişme göstermiş bir araç olmasına rağmen, gelecek nesillere, İslam âlemi için ve yazılı Arapça olarak kaydedilmeyecek ve bir gelişme gösteremeyecekti. Yedince asırda o karmakarışık vahşet içindeki Arabistan çölünden, İslam güneşinin parlayacağını, sonra da onun yolunda sayısız büyük insanın zuhur edip gelecek çağları aydınlatacağını, önceden kim söyleyebilirdi?”
Yazar, bu ifadelerinin devamında böyle bir aydınlatmanın devam ettirilmediğinden yakınır: “İslam, tüm İslam toprakları istila edilip Avrupa emperyalizmine tabi hale getirilinceye kadar. Sürekli bir şekilde son derece Allah korkusu taşıyan büyük insanlar yetiştirmeye devam etmiştir” der. Siyasi alanda bunun en güzel örneği olarak Hz. Ömer’in kız torunu Umm Hasab’ın oğlu Ömer İbn Abdül Aziz (*)’i görür ve onun siyasi alandaki hizmetlerinin Kur’an’a ve Sünnet’e dayandırmadaki çabasını Peygamber’i model alarak gerçekleştirdiğine toplumun dikkatini çeker. Onun tarihi sözünü, “Muhammed (a.s.) Peygamber olarak gönderildi, vergi memuru olarak değil!” aktarır ve şöyle der:
“Tüm yönetimi boyunca bu ideali uygulama alanına dökmeyi amaçladı. Onun gayesi Peygamber efendimizin buyrukları doğrultusunda hareket etmekti. Bir resmi memura şöyle yazdı: [eğer bütün gayri Müslimler İslam’a girmiş olsalar ve hiç cizye vermeyecek duruma gelselerdi, hayatımızı kazanmak için çiftçilik yapmaya mecbur kalsaydık ben daha da memnun olurdum.]” (1)
“Yüce Peygamber Hz. Muhammed, üç şeyi sevdiğini beyan etti. Bunların güzel koku, namaz ve kadın olduğunu söyledi. Hangi Müslüman, kadını bir hizmetçi gibi görürse, onun Kur’an’ın hikmetinden nasibi yok demektir… Annelik peygamberlikle yakından ilişkili bir merhamet zincirinin bir kısmıdır… Annenin merhameti , peygamberin merhametindendir. Çünkü erkeklerin gideceği yolu anneler şekillendirir. Annelik inayetiyle olgunlaşmış olma, milletlerin karakterini oluşturur. Alnımızdaki çizgiler karakterimizi belirtir. ‘Alemleri onun (Muhammed (a.s.)in) için yarattım’, dedi Allah. ‘Cennet annelerin ayakları altındadır diye (Yüce Peygamber tarafından)’ beyan edilmiştir… Rahim sırrından dolayı hayat topyekun korunmuştur.Bir kadını cahil, kaba, gelişmemiş, şişman,. Hayal gücü bulanık, basit, aptal biri olarak bırakın, annelik duygu kalbini parçalayacak, gözlerinin altında siyah, trajik çizgiler oluşacaktır. Eğer toplumun bir Müslüman kadını, daha genç kızlığından itibaren hamiyetli davranırsa, bizim meydana gelmemizdeki bütün zorluklara katlanacak ve o zorlu yıllarda bize ışık saçacak,. Bizi mutlu kılacak Allah’ın sadık bir kulu olacaktır.” (2)
Bu ifadelerin arkasından, bu defa bir sosyal meseleye bakar. Marksizm’in insanlığı kurtaracağı bir ideoloji olarak takdimindeki yanlışlığın İslam’ı anlamamasından kaynaklandığı meselesini ele alır, Yazar, Marksizm’i eleştirirken farklı bir yaklaşım gösterir. İslam’ın sosyal yapıyı inşa ederken, asırlar öncesinde insanın onurunu düşündüğünü ve onu yücelttiğini anlatarak Marksizm’in bu konudaki açmazını dile getirir ve bunun da, İslam Peygamberini tanımamalarına bağlar:
Marksizm edebiyatının hiçbir yerinde insan toplumunun sosyal ve ekonomik reformlarında İslam’ın oynadığı rolün tartışılmasına teşebbüs edilip Hz. Muhammed’in dinî gerçeklerine başvurmak suretiyle teorilerinin doğruluğunu ispat etmeye yeltenmeyişleri tuhaf bir tutumdur…
İslam’ın insanlığın maddi ve manevi hayatına etkisi sebebiyle meydana gelen ihtilalı, saflığı ve dürüstlüğünden dolayı Marks ve Engels hesaba katmakta aciz kalmışlardır. Muhammed Peygamber’ (as)in vermiş olduğu en büyük ders, daha sonraki Müslüman nesiller tarafından Asetizm (çilecilik) ve Mistisizm tesiriyle tamamen gözardı edilmişti ki, bunların ruhsal yol dedikleri materyalizmin özel bir şekli olup ondan ayrılmayan bir unsuru olmuştur.
İnsan hayatının problemlerine pratik ve gerçek bir yaklaşım önemli bir özellik teşkil eder ki bu da soyut bir felsefeden kaynaklanan güçlü bir imanla olur… Böylece, zikre şayan her din, takipçilerinin hayata karşı yeni bir tavır almasını, davranış kurallarında ve alışkanlıklarında köklü değişiklik yapmalarını ister. Diğer dinler böyle istekleri kendi kabuğuna hapseder. Onlar, ferde ve aile hayatına veya en azından insanın sosyal çevresine bunları yaymazken, İslam yegâne dindir ki bağlılarını temel prensiplerine göre rahat bir şekilde sosyal yapıyı yeniden inşa etmeye çağırır…” (3)
“İslam görüş açısından selamlaşmanın anlamı yaşamın gelecek safhalarında mutluluk arzusundandır. Bir insan için “Esselamü aleyküm” den daha uygun bir temenni olamaz. Bu biçim selamlaşma Kuran’ın buyruklarına göre bir zorunluluktur. Siz, birinin evine girdiğiniz zaman mukaddes ve lütufkâr Allah’ın selamıyla girmektesiniz. Peygamber Hz. Muhammed bir Hadislerinde; ’Kim bir kardeşine rastladığı zaman ‘Esselamü aleyküm’, derse Allah ona on hayır yazar ve ‘rahmetüllahü’ ilave ederse yirmi hayır yazar, ‘ve berekatühü’yü ilave ederse otuz hayır yazar’, demiştir. Bu selamlaşma kuralı Müslümanlar arasında zorunlu dini emirler olarak sosyal ilişkilerinin ne kadar güzel olduğunu göstermektedir.” (4)
Bu güzel ilişkiler sayesindedir ki, bir İslam toplumu meydana gelmiş ve bu, asırlar boyu dinamizmini koruyarak gelişip serpilmiştir. Yahudi inancıyla büyüyen ancak ailesinde Yahudiliğin tezahürlerini göremeyen, Hıristiyan bir toplumda da aradığını bulamadığı için Müslümanlığı seçen Marcus, Peygamber’in kişiliğinden etkilenen insanların önderlik vasfının yaşayanlar için önemli bir örnek oluşturduğunun altını çizer:
“Batı tarihinde zihnen illetli (hastalıklı) birçok büyük insandan söz edilmesine rağmen, İslam tarihinde büyük insanlar arasında, zihnen anormal bir kimse görünmemektedir: bunların hepsi aklı başında, hissi bakımdan dengeli, ağırbaşlı ve asil yaşamları ve aynı şekilde de asilane bir şekilde hayatları sona erenlerdir. Kurtuluşumuz için büyük Peygamber Hz. Muhammed’in takipçilerinin en büyüklerine bakıp örnek almalıyız.” (5)
“Kurtuluşumuz için büyük Peygamber Hz. Muhammed’in takipçilerinin en büyüklerine bakıp örnek almalıyız!” Hayatın anlamı için bundan başka çare var mı?
Meryem Hanım, Bugün Filistin topraklarında sadist Yahudi soykırımcıları tarafından Amerika ve Batının desteğiyle kanın ve gözyaşının ırmağa dönüştürüldüğünü keşke görebilseydi.
_____________________________
1 Meryem Cemile, Kendini Mahkum Eden Batı, Kültür Basın Yayın Birliğui Yayını, İstanbul 1990 age. s. 309.
2 age.s. 216
3 age. s. 269 vd.
4 age. s.354.
5 age. s. 292.
*MERAKLISI İÇİN NOT: Hz. Ömer’in kızından torunu bu muhteşem Halife Ömer Bin Abdülaziz’in ders alınacak hayatı tarafımızdan, roman halinde yayınlanmıştır (Mihrabat Yayınları o 212 514 28 28)
Muhsin İlyas SUBAŞI
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
MİRATHABER.COM – YOUTUBE