Kimi insanlar vardır, seslenir, bağırır, çağırır ama bir türlü kendini duyuramaz, anlatamaz… Zira en yakınındakiler ya uykudadır ya başka bir âlemdedir ya da onunla aynı yerde olmasına rağmen aynı duygu ve düşüncelerde değildir… Ama her şeye rağmen hak bildiğimizi, hakkın sesini yüksek perdeden dillendirmemiz gerekir… Zira an olur sesiniz uzaklarda yankı yapabilir ve size daha gür dönebilir… Sakın sesinizi duymayanlar azminizi, ümidinizi kırmasın… Zira hakkı duymayan kendine yazık eder…
Bazen sesinizi en yakınlarda olanlar değil uzaklarda olanlar duyar… Yasin suresinde anlatıldığı gibi elçilerin çağrısına şehrin göbeğinde olanlar değil şehrin en uzak köşelerinde olanlar, varoşlarda yaşayanlar koşar gelir… Siz hakka, adalete, doğruya çağırın, tüm gücünüzle bağırın, yakında olanlar sağır kesilse de uzakta olanlar sizleri duyacaktır…
Sakın! “En yakınımda olanlara kendimi anlatamadıktan, kendimi kabul ettiremedikten, sesimi duyuramadıktan sonra bana kim inanır, beni kim kabul eder, sesimi kim duyar” deme… Zira senden önce sesleri uzaklardan duyulan, en yakınları tarafından dışlanan nice örnekler var… Baksana Hz. Âdem oğluna, Hz. İbrahim babasına, Hz. Nuh oğluna-karısına, Hz. Lut karısına, Hz. Yakup evlatlarına, Hz. Yusuf kendisini büyüten evin hanımına, Asiye eşi Firavun’a, peygamberler bir ömür yaşadıkları kavimlerine, yakınlarına seslerini duyuramadılar…
Hz. Yakub’un perişan hali ve gözlerine perde indirecek kadar ona keder veren derdi sadece Yusuf’u kaybetmek değildi, yıllarca uğraş vermesine rağmen en yakınındakilere, öz çocuklarına, Yusuf’un hayatına kasteden kardeşlerine “başkasının yaşam hakkına dokunulmaması, kötülük edilmemesi gerektiğini belleten kişiliği, kimliği verememesiydi”… Aynı keder Hz. İbrahim’de, Hz. Nuh’ta, Hz. Lut’ta da kendini göstermekteydi… Merhamet ve dava arasında gidip gelen duygular Hz. İbrahim’e babası için Hz. Nuh’a oğlu için dua ettirmekteydi…
Sakın! Size hakkı anlatan, hakikati dillendiren, hakkın sesi olan dava erlerinin veya herhangi bir insanın ailesine, anasına, babasına, eşine, çocuğuna, akrabasına bakıp “kelin ilacı olsa başına sürerdi… Adam olsa etrafını adam ederdi” demeyin, kimseyi bu şekilde yargılamayın… Zira kimse, atasına, anasına, babasına, eşine, evladına, kavmine bakıp yargılanmaz, ayıplanmaz, kınanmaz… Kimse elinden geleni yaptığı halde başarısız kaldığı konularda sorumlu tutulamaz… Hiçbir evlat babasından, hiçbir baba evladından, hiçbir kadın kocasından ve hiçbir koca da karısından dolayı yargılanamaz, ayıplanamaz, kınanamaz…
Öyle olsaydı şayet Hz. Âdem, kardeşini/Habil’i öldüren oğlundan/Kabil’den, Hz. İbrahim şirk bataklığında debelenen babasından, Hz. Nuh şirkten vazgeçmeyen oğlundan-karısından, Hz. Lut insanların fıtratı ters yüz eden zinakar duruşuna destek veren karısından, Hz. Yakup masum bir çocuğu, kardeşleri Yusuf’u kuyuya atan oğullarından, zalim ve katil Firavunun mü’mine eşi kocasından dolayı yargılanır, ayıplanır ve dışlanırdı…
Aslında bu örneklerde hem dava erlerine hem de onları ailelerine bakıp yargılayan, ayıplayan kişilere mesajlar var… Dava erlerine, “siz ne kadar çalışıp çabalasanız dahi bazen sesinizi en yakınınıza, en çok değer verdiğiniz yakınlarınıza ulaştıramayabilirsiniz… Moralinizi bozmayın, önemli olan kimin, kimlerin sesinizi duyduğu değil sizin çabanızdır… Bazen babanız, bazen eşiniz, bazen evladınız, evlatlarınız size karşı olabilirler, karşıtta olabilirler sakın siz yolunuzdan, davanızdan taviz vermeyin, en yakınlarıma faydalı olamadıktan sonra kime faydam olur ki demeyin, sizi bekleyen koca bir insanlık var, sesinize muhtaç ne kalabalıklar var… Siz sesinizi almayanlara değil sesinize, çağrınıza koşanlara odaklanın, umudunuzu ve ümidinizi kaybetmeyin…” mesajlarını vermektedir.
Ayrıca bu örnekler karşı tarafa ve davadaşlara da şu mesajı vermektedir: “Dava erlerinin aile içindeki başarısızlıkları, olumsuzlukları sizleri yanıltmasın, yanlış yargılara götürmesin… En yakınlarına seslerini duyuramayan peygamberler sizlere örnek olsun… Kimse atası, anası, babası, anası, eşi, oğlu, kızı veya aşireti, kavmi, milleti üzerinden karalamaya maruz kalamaz… Üzerine düşeni yaptığı, doğru duruş sergilediği, zulme meydan vermediği, ahlaksızlığa meyletmediği sürece hiçbir dava eri, hiçbir Müslüman yakınlarının yanlışları yüzünden yargılanmamalıdır…”
Son zamanlarda birileri birilerine saldırmak istediğinde o kişilerin yedi sülalesi masaya yatırılır, babasının, evladının, eşinin yanlışları üzerinden yargılanır ve saf dışı edilir… Şayet kişiler atalarına ve ailelerine bakılıp yargılansaydı kimse Hz. İbrahim’e, Hz. Yakub’a, Hz. Nuh’a, Hz. Lut’a inanmamalıydı… İster hak ister batıl safta duruş sergileyen hiç kimse atasından ve ailesinden dolayı kınanmamalı, dışlanmamalı ve yargılanmamalıdır… Suçların, yanlışların şahsiliği ilkesi unutulmamalıdır…
İnsanlar duymuyor diye çağırmaktan, hakikati haykırmaktan, sesinizi duyurmak için bağırmaktan sakın vazgeçmeyin zira sizi duyanlar mutlaka çıkacaktır… Unutmayın! Sesiniz yakınlarda duyulmasa da uzaklarda yankı yapacak ve size daha gür bir şekilde dönecektir…
Kıymetli hocam yazınızı okurken biran kendimi içinde gördüm. Yüce Allah hiçbir müslümana umutsuzluğu yaşatmasın ama gerçekten anlık gaflete düşüp yenik düşmüştüm. İyi ki bu yazıyı yazdınız, bazen bazı şeyler ilaç olur derler ya işte bu güzel mürekkebiniz bana öyle, güzel kaleminiz hep varolsun…