Kamusal adalet ve ahlâk zayıflarsa, bu er veya geç topluma da sirayet eder. Mafyanın varlığı da aslında devlet aklının ahlâkî ilkelerden uzaklaşmasının bir sonucudur.
Prof. Dr. Ali Seyyar
Maneviyatsız ilim, insan aklının ve ruhunun düşmanıdır. Maneviyat gelişmemişse, insan şuuru da zayıf kalır. Bu durumda ilim, insana ne verebilir? İlimden elde edilen şey her neyse, insana kalıcı olarak ne kadar fayda sağlayacak? Dünyevî anlamda değil, uhrevî boyutuyla maneviyatı olmayan ilim, bize ölüm sonrası bir ipucu verebilir mi? Dünyevî ilimin bize uhrevî bir avantaj sağlar mı? İlim, rasyonel aklın sınırları içinde bilimsel derekeye düştüğünde veya düşürüldüğünde, putlaştırılmaya müsait seküler bir bilim ortaya çıkar. Her şey bilim, bilim…her şey bilinç, bilinç diyen pozitivist bilim insanları, haddizatında bilimsel teorilerini putlaştırmaktan başka bir şey yapmıyor. Bu bilimsel teorilerden doğan bütün materyalist ideolojiler, insanların, adaletin ve ahlâkın yıkımına yol açtı. Bunları insanlar, geçmişte yaşadı, bugün de yaşamaktadır.
Bugün insanlığın karşısındaki en büyük mesele, dürüstlüktür. Dürüstlük, bir ahlâkî meseledir. Bakıyorsunuz, Türkiye’de en çok tanınmış siyasetçiler, alenî olarak birbirlerine yalancılıkla suçluyor. Hangisine inanacaksınız? Sonra bir suç örgütü lideri ortaya çıkıyor ve meydan okurcusuna birçok siyasetçiyi suçluyor? Toplum, bu kaotik ortamda sanki siyasetçilere değil de malum suç örgütü liderine daha çok itibar ediyor. Bunda idarecilerin hiç mi kabahati yok? Toplumun kamusal kurumlara ve onları temsil eden yöneticilerine karşı gittikçe daha az güven duyuyorsa, burada devlet idaresi ile ilgili bir sorun var demektir. İnsanlar, bir noktadan sonra sadece devlete değil, hiç kimseye karşı itimat beslememeye başlar.
Kamusal adalet ve ahlâk zayıflarsa, bu er veya geç topluma da sirayet eder. Mafyanın varlığı da aslında devlet aklının ahlâkî ilkelerden uzaklaşmasının bir sonucudur. Ahlâk, tekâmül ifade eden bir süreçtir. Ne var ki bizde gerek kamuda, gerekse toplumda ahlâkî tekâmül değil ahlâkî erozyon son sürat ilerlemektedir. Toplumda uyuşturucu ve madde kullananların sayısı artmakta, şiddet, hırsızlık ve yolsuzluk her gün gündemde. Hangimiz, ahlâkı tamamlamak üzere gönderilen Peygamberimizin (sav) ahlâkını örnek alıyoruz? Halbuki mükemmel ahlâk, onun gösterdiği ahlâktır. Ahlâkî bilgilere sahip olmak yeterli değil, nefsimize ağır gelse de doğruyu söylemekle yükümlüyüz. Ama televizyonlarda yüzümüze baka baka “şerefsiz olayım, yemin ederim, yapmadım, etmedim…” gibi sözde inandırıcı sözlerle bizleri ikna etmeye kalkışanlar, bakıyorsunuz daha yatsı olmadan yalanları ortaya çıkıveriyor.
İnsan, ömrünün her anından sorumludur. Müslümanım diyorsan, ilk önce yalan söylemeyeceksin. Müslümanım diyen ve her gün televizyona çıkan bir insan, İslâm ahlâkının, sorumluluk ve dürüstlük ahlâkına dayandığını bilmelidir. Bu sorumluluk şuuruna ermeyen hiçbir insan, ahlâkî tekâmülünü gerçekleştiremez. Bazı siyasetçilerimiz ve gazetecilerimiz, bu ahlâkî tekâmülden mahrum oldukları için, hem kendilerine, hem de topluma zarar verebilmektedir.
Ahlâk sahibi olması gereken önemli kişilerde sorumluluk şuuru olmazsa, zamanla siyasî, iktisadî ve sosyal hayat da bozulmaya başlar. Böyle kişiler, sebep oldukları bu kötü gidişatın sebebi hikmetini de idrak etmekten acizdir. O oluş sebepleri manalandırabilmek için, malum kişiler, sebebin aslî kaynağından haberdar olmaları gerekir. Bunları bilmedikleri için, sorumlu kişiler, bu sebepleri bir izah bütünlüğüne kavuşturacak yerde birbirleriyle kavga ettirir.
İnsanı şahsiyete çeviren unsurların başında, bazı bilimsel bilgilere sahip olmak veya yüksek bir makamda oturmak değil ahlâk sahibi ve irfan ehli olmak gelir. Bu durumda insan, elde ettiği şahsiyeti ile toplumu temsil etme liyakatine ve ehliyetine kavuşur. Şahsiyet olmayınca, efendi gibi fikir teatisinde bulunmak yerine herkes herkesi suçlar, ve bundan toplum olarak yara alırız, bir noktadan öteye geçemeyiz.
Sistem yozlaştıkça, kirlendikçe bundan toplum da nasibini alır. Maneviyata dayanan sistem ve ilim devre dışı kaldıkça, irfan ve hikmet teorinin ötesine geçemedikçe, ahlâk ve sorumluluk şuuru unutuldukça, yalan söylerken yüzler kızarmadıkça karşımıza en büyük sorun olarak insan çıkar. Şunu unutmayalım: İnsan da, toplum da, onları insan ve toplum yapan değerler de hep kritik dönemeçlerde savrularak ağır kayıplar veriyorsa burada bir durup düşünmeliyiz. Nerede hata yaptık, yapıyoruz? Savunduğumuz, inandığımız manevî değerlerin sosyal hayatın içinde yeniden yeşermesi için, her birimiz, sorumluluğumuzun bir gereği olarak ahlâkî çizgide kalmak ve hakkı temsil etmek ve yaşatmak mecburiyetindeyiz.