Müslüman olaylar karşısında aklını kullanır. Ortak akla yönelir. Aklın yeterli olmadığı yerde akıl gibi bilgi kaynağı olan İslam Vahyi’ne yani Allah’ın Kitabı Kur’ân’a ve onun açıklaması olan Nebevî Sünnet’e baş vurur. Biz de böyle yapalım, yangın olayına Müslümanca bakmaya çalışalım.
Yüce Rabbimiz bizleri yeryüzünde kulluk denemesine uğratacağını bildirmektedir. Okuyalım:
“Her can mutlaka ölümü tadacaktır. Allah yolunda olmasa da, mutlaka ölecektir. Biz sizi, yeteneklerinizi açığa çıkarmak ve olgunluk mertebelerinde yücelmenizi sağlamak üzere bazen hastalık, fakirlik, deprem gibi kötülük olarak bildiğiniz şeylerle ve bazen de sıhhat, zenginlik, güç, başarı gibi iyilik olarak bildiğiniz şeylerle sınayarak imtihan ediyoruz. Bu dünyada kısacık bir hayat yaşayacak ve sonunda, yaptıklarınızın karşılığını görmek üzere Bize döneceksiniz.” (Enbiya 35. Ayrıca bak. Bakara 155)
Uğratıldığımız denemelerden biri de yangındır, yangın ile uğratıldığımız mal ve can kaybıdır.
Maruz kaldığımız denemelerde bizim doğrudan hatamız olmayabilir. Misallendirelim:
Sağlığını önemseyip hataya düşmeksizin gerekli önlemleri alan nice insanların kısa olarak nitelenebilecek bir sürede ağır bir hastalığa yakalandıklarını ve yaşanan aylarca tedavi çilesinden sonra beklenmedik bir şekilde can verdiklerini biliyoruz.
Yaşamımızın büyük ölüde kendilerine bağlı olduğu bazı yakınlarımızın bir hataları olmaksızın trafik kazası veya kaza kurşunuyla aramızdan ayrıldıklarına ve bizleri manen yetim bıraktıklarına da tanığız.
Rabbimizin bizi uğrattığı denemelerden bir kısmı da kendi hatalarımızdan kaynaklanmaktadır. Peygamberimizin komuta ettiği Uhud savaşında mağlup olan sahabiler, mağlubiyeti hayret ve dehşetle karşılayıp bu da nerden çıktı dediklerinde Rabbimiz de kendilerinden kaynaklandığını Kur’ân’da şöylece açıklamıştır:
“ Bedir Savaşı’nda düşmanlarınıza iki katını tattırdığınız bir musibet Uhud’da sizin başınıza geldi diye, kendi kusurunuzu görmezlikten gelerek, “Madem bizler doğru yoldayız, o hâlde kâfirler karşısında bu yenilgi neden başımıza geldi?” diyorsunuz, öyle mi?
Ey Muhammed, bunu soranlara de ki:
“Bu yenilgi, sizin kendi hata ve eksikliğinizdendir. Peygamber’in emrine uymamakla, yenilgiye bizzat kendiniz sebep oldunuz. Böylece, kazanmak üzere olduğunuz bir savaşı kendi elinizle kaybettiniz. Yoksa Allah, müminlere verdiği zafer ve yardım vaadini elbette yerine getirmişti. Hiç kuşku yok ki, Allah’ın her şeye gücü yeter.” (AL-i İmran 165)
Tarihî dönemlerde şehirlerimizin yanıp kül olduğu, can ve mal kayıplarının pek büyük olduğu yangınlar yaşandı. Şimdilerde Ülkemizde her yıl büyüklü küçüklü yangınlar yaşıyoruz. Can kayıplarımız da mal kayıplarımız da çok. Akciğerlerimiz olan Ormanlarımız içindeki canlılarla birlikte yok oluyor.
Yeryüzündeki bütün canlılar biz insanlar için yaratılmıştır. Onlar, bildiğimiz ve bilmediğimiz yol ve yöntemlerle bize hizmet veriyor. Biz de onların her bir türünü biz insanlar gibi birer ümmet olarak görmek, hayatlarına saygı duymak ve onlara merhamet etmekle yükümlüyüz. (Bak. Bakara 29; Enam 38)
Aklımıza pek gelmiyor ama bu yangınlarda binlerce canlı türü ve bu türlere bağlı milyonlarca canlı da yanarak ölüyor. Üstelik onlar da bizler gibi Allah’ı anan ve Ona sığınan varlıklardır.
Peygamberimiz kuraklık sebebiyle dua eden karıncalar üzerinden hayvanların duâcı varlıklar olduğunu bize şöylece bildiriyor:
“Ümmetinden bir grupla yağmur duâsına çıkan bir Peygamber, bu sırada bir karıncanın duâ etmekte olduğunu görünce beraberindekilere şöyle der:
Dönebilirsiniz artık. Karıncanın duâsı bereketiyle sizin duânız da kabul edilmiştir.” (Hâkim, Müstedrek 1/328)
Kuraklıktan kavrulurken kendileri için yağmur duâsına çıkan canlıların bu yangınlar sebebiyle nasıl feryat ettiklerini düşünebilir, gönül kulaklarımızla duyabiliriz.
Önce Peygamberimizin yangını düşman olarak nitelemesini hatırlatalım.
Medine’de bir ev, geceleyin ev halkı ile birlikte yanmıştı. Durum Peygamber Efendimiz’e haber verilince şöyle buyurdular:
– “Ateş size düşmandır. Uyuyacağınız zaman onu söndürünüz” (Buhârî, İsti’zan 49)
Peygamberimiz, bir çok şerden Allah’a sığındığı gibi düşman olarak nitelediği yangından da Allaha sığınmıştır. Böylece bizim de sığınmamız gerektiğini örneklendirmiştir.
Yukarıda sunulan bilgilerden sonra yangını nasıl değerlendirmemiz gerektiğine eğilelim.
Yangınların sebeplerini şöylece sıralayabiliriz.
a.) Yangın kişisel hatalarımız ve toplumsal ihmallerimiz sebebiyle oluşabilir.
Birinci sebep olarak kendimizi ve ilgili sorumluları görmeliyiz. Gerekli önleyici ve müdahale edici maddî önlemleri alamayışımızı hatalarımız arasında görebiliriz. Hatalarımız ölçüsünde Allah katında da sorumluyuz ve sorgulanacağız.
b.) Maddî hatalarımız gibi manevî hatalarımız olan günahlarımız da yangın sebebi olabilir.
Allah’ı yaratıcı, yaşatıcı ve yasa koyucu olarak görmemek, zulüm, faiz ve zina başlıca günahlarımızdır. Bu günahlar da cezalandırılma sebebi olabilir.
c.) Peygamberimizin yangını düşman olarak vasfetmesi, yangının düşman devletler ve örgütler tarafından tezgahlanabileceğine işaret etmektedir.
Nitekim tespit edilen kanıtlar bu gerçeği açığa çıkarmaktadır.
Önlemleri ve suçlular için cezaları artırmalıyız. Ama insanlığın vicdanı olması gereken biz Müslümanlar mukabil yangın çıkarma şeklinde bir misilleme yapamayız. Masum insanlara ve canlılara kıyamayız.
d.) Hatalarımız olmaksızın Rabbimizin bizi denemeye uğratması da yangın sebebi olabilir.
Bu sebeple yangını tedbirlerimizi alarak hayatımızın bir parçası gibi dövünerek ve karamsarlığa düşerek değil, sabırla karşılamalıyız. Ancak “hatalarımız olmaksızın Rabbimizin bizi denemeye uğrattığını” kesin olarak bilemeyeceğimiz için bizler önce ilk üç maddede açıklanan sebeplere yoğunlaşmalıyız.
Hatalarımız sebebiyle olsun veya olmasın yaşadığımız yangın felaketi sebebiyle yapmakla yükümlü olduğumuz görevlerimizi, dinimizin genel ve özel ölçüleri çizgisinde şöylece özetleyebiliriz:
a.) Kişisel ve toplumsal önlemler acilen alınmalıdır. Yangına müdahale gücümüzü hazırlamalı ve de artırmalıyız. Yangına duyarlı alanlarda piknik yapmamalı veya son derece özenli davranmalı, çevremizi de uyarmalıyız.
b.) Günahlarımıza tövbe etmeliyiz. Biz Müslümanız, kâfir deistler gibi değiliz. Maddî hatalarımız gibi manevî hatalarımız olan günahlarımızı da yangın gibi felaketlerin sebepleri arasında görebiliriz, görmeliyiz de.
c.) Yangın öncesinde ve sırasında Peygamberimizin tavsiyeleri gereği tekbirler getirip Allah’a sığınmalı ve dua etmeliyiz.
Geliştirilmiş teknolojik araçlarla yangına müdahale imkânlarımız arttıysa da manen görevli olan rüzg3rlar sebebiyle günlerce ve haftalarla devam eden büyük yangınlar olduğu bilinmektedir. Allah’ın yardımına muhtacız.
d.) İlgili resmi mercilerin uyarıları ve çağrılarına harfiyen uymalıyız.
e.) Yangın mağdurlarıyla manen ilgilenmeli ve maddi yardımda bulunmalıyız. Gerekirse zekât ödememelerimizi öne almalı, Devletin yaraları sarabilmesi için vergi ödemelerini de gücümüz ölçüsünde öne çekmeliyiz.
Yangın gibi felaketler yardımlaşma yoluyla hafifletilebilir ve Cennet’e de yol kılınabilir.
Yukarıda beş madde halinde özetlediğimiz görevlerimizi sabır göstererek yapmak bizler için sevap kazandıracak kültürel cihaddır.
Bu arada şu gerçeklere de değinmiş olalım:
Yangında kaybedilen mallar, sahipleri için verilmiş sadaka gibi sevap kazandırıcıdır. Yaşanan ıstıraplar da günahlarımızı bağışlatıcıdır. Yangında can veren müminler de Peygamberimizin işaret buyurdukları üzere manen şehittirler. Cennetlik bahtiyarlardır.
Rabbimize hamdolsun Onun Kur’ân ile hayat düzenimiz kıldığı İslam kayıplarımızı bile kazançlara dönüştürmektedir.
Yazımızı bizleri uyarıcı ve görevlendirici olan bir âyetle bitirelim:
“Kendinizi hatalar yaparak kendi ellerinizle tehlikeye atmayınız. Yaptığınız her şeyi Allah görüyor bilinci içinde karşılık beklemeksizin güzel yapınız. Allah işlerini güzel yapanları sever. “ (Bakara 195)
Ali Rıza Demircan
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ