AA – Medipol Mega Üniversite Hastanesi Nöroloji Uzmanı ve Unutkanlık Polikliniği Sorumlusu Prof. Dr. Lütfü Hanoğlu, “Son araştırmalar yaşam tarzının Alzheimer hastalığının gelişimindeki rolünün önemsenmediğini ve genetik risk faktörlerini de azaltabileceğini gösteriyor.” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Lütfü Hanoğlu yaptığı açıklamada, demanslı hastaların durumlarının olumlu bir düzeyde seyretmesi ve demans açısından risk taşıyan yaşlıların bilişsel yeteneklerin korunması için en önemli konulardan birinin sosyal ilişkilerin sürdürülmesi olduğunu belirtti.
Bunun hem doğrudan bilişsel işlevleri koruyucu bir etki gösterirken hem de bunamaya gidiş için en riskli durumlardan biri olan ileri yaş depresyonuna engel olduğunu ifade eden Hanoğlu, bu nedenle yaşlıları yalnız bırakmamanın, onların salgın koşullarında da olabildiği kadar sosyal ilişkilerini sürdürebilmelerini sağlamanın son derece önemli olduğunu kaydetti.
Prof. Dr. Hanoğlu, Dünya Sağlık Örgütü’nün bilişsel bozulma ve bunama için ilk risk azaltma kılavuzuna ilişkin şunları aktardı:
“Bunama ile giden Alzheimer ve benzeri hastalıklar kısaca ‘nörodejeneratif’ hastalıklar hem genetik hem de çevrenin etikleri nedeniyle ortaya çıkabiliyor. Son tahminlere göre, dünya çapındaki demans vakalarının yaklaşık yüzde 40’ı değiştirilebilir. Raporda yayınlanan 12 risk faktörüne göre düşük eğitim, orta yaş hipertansiyonu ve obezite, diyabet, sigara, aşırı alkol kullanımı, fiziksel hareketsizlik, depresyon, düşük sosyal temas, işitme kaybı, travmatik beyin hasarı ve hava kirliliği bu konuda açıkça önleme potansiyeli taşıyor. Son araştırmalar yaşam tarzının Alzheimer hastalığının gelişimindeki rolünün önemsenmediğini ve genetik risk faktörlerini de azaltabileceğini gösteriyor. Yani genetik yapımızı kontrol edemeyiz ama çevremizi ve yaşam tarzımızı edebiliriz. Alzheimerli hastalarımız Kovid-19 salgını döneminin getirdiği sosyal ve fiziksel izolasyondan olumsuz etkilendi. Bu dönemin toplumda en fazla zarar verdiği kesim demanslı hastalarımız oldu.”
– “Aralıklı oruç beyin sağlığını geliştirmek ve nörodejeneratif hastalıkları önlemek için umut verici”
Hanoğlu, yaşam tarzının hem sorunun bir kaynağı hem de çözüm yollarından biri olabileceğini belirterek, “İşe beslenme ile başlarsak, yüksek miktarda rafine şeker ve tahıl, kırmızı ve işlenmiş et, doymuş yağlar ve yüksek miktarda şekerli içecek tüketimi ile standart Batı diyeti bağırsak mikrobiyotasında önemli ve temel değişikliklerle birlikte gidiyor. Bununla birlikte diyet, mikrobiyota bileşimi ve inflamasyon üzerinde de olumlu etkiler gösterebilir. Yüksek meyve ve sebze tüketimi, orta düzeyde kümes hayvanları, balık, yumurta ve süt ürünleri tüketimi ve düşük kırmızı et ve işlenmiş gıda tüketimine sahip bir diyet ya da bilinen adıyla Akdeniz diyeti kronik inflamasyona ve ilgili hastalıklara karşı koruma sağlar ve hastalığı azaltmada etkili olabilir.” değerlendirmesinde bulundu.
Sadece beslenmenin değil, aynı zamanda besin alımının miktarı ve süresinin de önemli bir rol oynayabileceğine dikkati çeken Hanoğlu, “Kalori kısıtlamasının yapılan çalışmalarda kemirgenlerin ve insanların hafızası üzerindeki olumlu etkileri gösterilmiştir. Bu çerçevede aralıklı oruç beyin sağlığını geliştirmek ve nörodejeneratif hastalıkları önlemek için umut verici bir yaklaşım olarak önerilmiştir.” ifadelerini kullandı.
Hanoğlu, uykunun da zihinsel sağlığı belirleyen önemli bir etken olduğunu belirterek, “Bir meta-analiz uyku sorunları olan bireylerin uyku bozukluğu olmayanlara göre bilişsel bozukluk veya Alzheimer hastalığı açısından 1,68 kat daha yüksek riske sahip olduğunu ortaya koyuyor. Aslında diğer yandan zaten Alzheimer hastalarının yaklaşık yüzde 15’i uyku problemleri yaşıyor.” değerlendirmesinde bulundu.