<>.theiaStickySidebar:after {content: ""; display: table; clear: both;}
Türkiye’nin bir türlü çözülemeyen sorunları söz konusu, birer fay hattı gibi sürekli stres topluyorlar. Yukarıdan empoze edilen çözümler sadra şifa olmuyor, deneysel olarak bunu anlamış bulunuyoruz. Kendi başına anayasa da çözüm olmayabilir ama yine de yeni bir anayasaya ihtiyaç duyulduğu açık.
Yeni bir anayasa eğer yeni bir nikah olacaksa, bunun geniş tabanlı, her sosyolojinin taleplerini gözeten bir “toplumsal sözleşme”nin ürünü olması lazım.
Bir toplum sözleşmesi fikrine uzak bir sosyo kültüre sahip olduğumuzdan, en azından yeni bir anayasa yapılacaksa -2012’den beri tekrar edip durduğum- 10 hususun metinde yer alması beklenir:
1) Liberal bakış açısına göre sorunlar “bireysel haklar” çerçevesinde ele alınmaktadır, hayli etkin bir söylem de olsa, deneysel olarak anlamış bulunuyoruz ki salt bireyi merkeze alan düzenlemeler mevcut sorunları çözemiyor. Bu mülahaza ile anayasada “grup hakları” da yer almalıdır ki, sivil alanda dini hayatını ciddiye alıp yaşamak isteyenlerin, Kürt sorunu, Alevi talepleri ve gayrı müslimlerin hak talepleri karşılanabilsin. “Grup hakkı”nın bireyin hapishanesine dönüşme ihtimali olduğundan, bu yönde de etkin tedbirler alınmalıdır. Prensip olarak grup hakkı bireysel hakları iptal edici amaçla kullanılamaz.
2) Baskı altında kalmaksızın, tamamen özgür iradeleriyle kişiler –iki veya daha fazla- kendi aralarında herhangi türden ve herhangi bir alanda ve konuda sözleşme (akid, muahede, anlaşma vs.) yapıp ilişkilerini buna göre düzenlemek istiyorlarsa, devlet bu sözleşmeyi tanımalı, onlara merkezden amir hüküm empoze etmeye kalkışmamalı, bu yönde yasa yapma yetkisine sahip olmamalıdır.
3) Kişiler arası ihtilaflarda sivil hakemlerin çözüm şekilleri ve kararları tanınmalı; yerine göre mahalli örf ve hukuka aykırı olmayan yerleşmiş teamüller referans alınmalı; hakemin gücünü aşması veya taraflardan birinin teamüle itirazı durumunda ihtilaflar mahkemelere taşınmalı. Bu adliyenin yükünü yarı yarıya azaltır.
4) Yeni anayasada “din ve vicdan özgürlüğü” kuvvetli bir biçimde vurgulanmalı, laikliğin yer almasına gerek olmayan anayasada şu “dört temel hak ve özgürlük” şiddet ve terörü yüceltmeyen bütün dini ve mezhep grupları kapsayacak şekilde teminat altına alınıp işlerlik ve hayatiyet kazanması için gerekli düzenlemeler yapılmalı:
a) Din ve mezhep seçiminde bireyler özgür olmalı, kimseye şu veya bu tarzda baskı uygulanmamalı;
b) Herkes dini inancını açıklama, başkasına anlatma (tebliğ etme) hakkına sahip olmalı; arzu etmiyorsa dini inancını açıklamaya da mecbur edilmemeli;
c) Herkes dini inancına göre yaşama hak ve özgürlüğüne sahip olmalı. Devlet sadece başkalarının dinine müdahale edenlere veya baskı uygulamaya kalkışanlara müdahale etmeli;
d) Herkes ve her topluluk dini inancına göre örgütlenme, faaliyet gösterme hak ve özgürlüğüne sahip olmalı.
5) Yeni yurttaşlık tanımı salt “eşit yurttaşlık” şeklinde ele alınmamalı, “farklılığı koruyan eşit yurttaşlık” ilkesi kabul edilmelidir. Eşitlik “hukuk karşısında insanların tarak dişleri gibi eşit kabul edilmesi” manasında kullanılmalı. Dini, etnik, mezhebi veya başka kültürel kimliğin ifadesi, görünür kılınması önündeki engeller ortadan kaldırılmalı, ancak anayasa bir tek kimliği esas alıp diğerlerini baskı altına almaya ve inkara imkan tanımamalı. Bu “eşitlik ilkesi”yle çözülebilecek bir sorun değildir. Çünkü kendi başına “eşitlik” farklılığı yok eder; kendi başına “farklılık” grupları diğerlerine göre eşitsiz kılar. “Farklılığa dayalı eşit yurttaşlık ve grup hakkı” olmadıkça, bugünkü liberal demokrasilerin “siyasi çoğulculuğa açık, ama sosyo-kültürel çoğulculuğa kapalı” krizlerine çözüm bulunamaz. “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı” anayasada yer almalı; yeni yurttaşlık gayrımüslimleride “azınlık” olmaktan çıkarıp yurttaş saymalı; resmi dil Türkçe olmak üzere diğer dillerin de kamuda veya eğitimde geçerliliği tanınmalı.
6) Yeni anayasa sadece parti yetkililerin katılımıyla yapılamaz. Partilerin mevcut anayasanın bazı maddelerini değiştirme yetkileri vardır ancak yeni bir anayasa yeni bir toplum sözleşmesidir. Sözleşme verili anayasaya göre iktidar ve yönetim için varolan partilerin işi değil, toplumun tamamının işi ve sorumluluğudur. Dini, mezhebi ve etnik gruplar, stk’lar, cemaatler, dindar veya seküler demokratik kuruluşlar, mesleki gruplar, iş dünyası ve işçi sendikaları, hukukçular, aydınlar ve akademisyenlerin aktif ve sahici katılımı, müzakeresi ve mutabakatı olmadan yapılacak bir anayasa sadece yeni sorunların doğmasına yol açar, sadra şifa olamaz. Bunun da olmazsa olmazı ifade özgürlüğünün tam sağlanmasıdır.
ALİ BULAÇ
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-