İnsanda hürriyet duygusu tabii bir
duygudur. Çünkü insan, akıl ve iradesi sayesinde birçok faaliyeti kendi seçimi
ile yapar. Bu yüzden de başkalarının güdümüne girmemesi gerekir.
Bu tavır, insanın bilgi ve tecrübesi dahilindeki iş ve olaylar için gereklidir.
Peki ya, bilgi ve takatimizin üzerindeki iş ve olaylar konusunda nasıl bir
tavır takınmamız gerekiyor. Bu tür konularda haddimizi bilmeden ve sonucunu
hesabetmeden mi atılımlara girişip, hükümler veriyoruz. Yoksa işin uzmanlarına
veya erbabına müracaat edip, onların bilgi ve yönlendirmesine göre mi , tutum
ve karalarımızı veriyoruz?
Elbette ki, bilgi ve tecrübeye veya ona sahip olanların desteğini alarak, bilgi
ve tecrübelerimizin üstünde ve dışında olan konularda belirli otoritelere tabi
olmak durumunda kalıyoruz.
Ahlak ve din, insan toplumlarını düzene koymak üzere Allahın, rehberlik
görevini yürütmekle görevlendirdiği peygamberler tarafından yaşama kuralları
olarak sunulmuştur. Fakat, çeşitli sebepler ile bu yaşama kaynakları, belli
tarihi ve sosyolojik süreçler sonunda terkedilmiş, felsefeciler veya düşünürler
tarafından, ilahi kurum ve emirlere ters bazı düşünce ve değer sistemleri
oluşturulmuştur.
Bu konuda birçok farklı görüş ve tutumlar varsa da hepsinin ortak yanı, ilahi
olanla çatışması ve onun kuralları yerine doktrinlerin kendi kurallarını
koymaya çalışmasıdır.
İşte bu gibi teori ve düşünce tarzlarının özelliği, insanı sınırlandıran ve
hiçbir kurala tabi olmayan düşünce ve yaşama tarzlarının kabul ettirilmesidir.
Yaşama tarzı ve kültürler, insana tabi olan ve onun günübirlik menfaatini
karşılayan cevaplar oluşturmak yerine; kendisine, çevresine iyilik ve güzel
davranış ve faydalı ilişkiler düzeni sağlayan sistemler ve kurallar getirirler.
Bu kültürlerin varlığı; kişinin o anki
isteğinden veya zevkinden çok, o yaşama tarzının toplumun huzur ve gelişmesine katkısına
dikkat edilir. Ve, bu konuda insan düşüncesini değil, ilahi bilginin esasları
dikkate alınarak uygulanması da insanın hür iradesine bırakılır.
Burada dikkat edilecek şey, sadece insanın değil, insanlığın genel fayda ve
iyiliğine yönelik kapsamlı kurallar dizisinin gözetilmesi ve insanın zaaf ve
ihtiraslarının dikkate alınacağı bir yapının kurulmasıdır. Bu konuda, insanlık tarihinde tek örnek
dinlerdir. Hiçbir ideoloji veya doktrin, insanlığın tümünü aynı kural ve
ölçüler içerisinde düşünebilen bir sistem ortaya koyabilmiş değildir.
Günümüzdeki demokratik sistemler de buna dahildir.
Avrupa’daki demokratik manada düzenli işleyen siyasi ve iktisadi sistemler bile, ya hukuki veya ahlaki ve psikolojik manada insan ve toplumların ihtiyaçlarına cevap verebilmiş değillerdir. Yani, bir sistemin hayatın bir yönüne vermiş olduğu düzen, hayatın diğer alanlarını da iyileştirmiş veya huzura kavuşturmuş olmuyor.
Dinler, zaman içinde insanların veya iktidarların keyfi ve ihtirası sebebiyle aslından uzaklaştırılmıştır. Böylece insanın hayatını düzenleyici temel kurallar getirdiği tezi, bir anlamda geçersiz hale gelmiştir. Bu konuda son din olan İslam, yegane alternatif olarak toplumların muhatabı olabilmektedir. Fakat, İslam dinini de gereği gibi anlamayan ve onu hayatında uygulayamayan müslümanların durumu da, diğerlerine benzemekte ve din, onların da yaşayışında da etkili olamamaktadır.
Çeşitli ilmi, sosyolojik çalışmalarda elde edilen kıymetli bulgular, sadece günün şartları içerisinde değerli ve faydalı olabilmektedirler. Halbuki, bu bilgi ve tespitler, İslam dininin ilahi kuralları ile birlikte ele alındığında ve dinin koruyucu ve eğitici rolü ile kaynaştırıldığında, nasıl kapsamlı bir yaşama sistemini kurabileceği nedense tecrübe edilmiyor.
Çünkü kuralsız yaşama hayali ile, toplumlar siyasi ve iktisadi sistemlerin birer oyuncağı ve kölesi haline getiriliyor da ondan..
Allahın kulu olarak, sadece ona tabi olmak ve onun kulları için çizmiş olduğu iyilik ve hayır yolunu terkederek, insandışı hale gelen toplumları, teorik olarak hiçbir hukuk , siyaset ve kültür terbiye edip, iyiliğe yöneltememektedir. Maalesef, birçok Müslüman bile; Allah’ın kendi ahlak ve ruhlarını terbiye edici kurallarına tabi olmaksızın, sadece akıllarının sınırlı çözümleri ile hayatlarını ve çalışmalarını sürdürebileceklerini düşünüyorlar.
İlahi prensiplerin, insanların sosyal, iktisadi veya teknolojik faaliyetlerine engel olduğunu sanıyorlar. İnsanın ve hayatın kanunlarını bilen ilahi iradenin, kuralsız yaşayarak başkalarına zulmeden toplulukları şaşkınlık ve hatadan kurtaracağını anlayamıyorlar. Çünkü ilahi kanunlar, yalnızca insanın terbiye ederek yanlışlardan kurtulması için onu ıslah etmeye çalışmakta, bu insan da hayatı ölçülü bir şekilde sistemli yürütebilme fırsatına erişebilmektedir. Kuralsız hayatın modern medeniyeti, insanı tanımadan ve onun iyiliğe yöneltebilecek hiçbir değer’e sahip olmadan, ilahi irade ve sistem ile akılsızca savaşmaya devam ediyor. Ne acınacak durum..
Prof. Dr. Sami ŞENER
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi