islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,7356
EURO
36,5484
ALTIN
2.951,32
BIST
9.827,23
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
11°C
İstanbul
11°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Hafif Yağmurlu
12°C
Perşembe Çok Bulutlu
14°C
Cuma Az Bulutlu
13°C
Cumartesi Az Bulutlu
16°C

Yeşil Kuşak Çözülmüyor Mihriban

Yeşil Kuşak Çözülmüyor Mihriban

Her ne kadar, “Yeşil Kuşak Projesi” 1970’lerin sonunda ABD tarafından geliştirilen bir projedir denilse de, “Yeşil Kuşak” yaklaşımına uygun ilişkiler ağı ve ona uygun düşünme ve hareket hattı 1917 Bolşevik İhtilali’nden sonra hep var oldu. Bir tarafta dinsiz-imansız komünist Sovyetler vardı. Diğer tarafta ise, ne de olsa “Ehl-i Kitap(!)” Batı Bloku.

                Müslüman aydınlar, Batı’nın inkişafı karşısında o denli hayranlık duygusuna gark olmuş ve Komünist Sovyet devrimi karşısında o kadar korkuya kapılmışlardı ki; o gün için yaşadıkları coğrafyalara Batının ettiklerini düşünemeyecek haldelerdi. Oysa Müslümanların yaşadığı coğrafyaları batılılar, bir ceylan cesedini çekiştiren sırtlanlar gibi çekip parçalıyorlardı.

                Sahi, mevcut “Ehli Kitap,” hakikaten, kaynaklarda tanımlanan, bildiğimiz Ehl-i Kitap mıydı? Coğrafi Keşifler, Rönesans, Reform Hareketleri, Sanayi Devrimi derken, Batı’da köprülerin altından çok sular akmış, Protestanlık Mezhebi ve Anglikan kilisesi doğmuştu. Yani hiçbir şey eskisi gibi değildi. Bütün gelişmelerin ve değişimlerin temelinde sermaye birikimi, daha çok biriktirme hırsı, yani kısaca Kapitalizm vardı. Artık Kapitalizm her şeyin en mühim belirleyicisi halini almıştı.

                Evet, İslam Dünyası’nın yanı başında bir Komünizm gerçeği/tehlikesi vardı. Ancak onu doğuran ve besleyen de bizatihi Kapitalizm’di. Kapitalizm’in olmadığı bir dünyada Komünizm/Sosyalizm’in olması imkân dışıydı. Mesele sadece üretim araçlarının mülkiyeti meselesiydi aslında. Mülkiyet kişilerin mi yoksa devletin mi olacaktı?

                Bizim aydınlarımız, bunlar üzerine hiçbir zaman kafa yormadı. Batı, hem yerleşik dini ve toplumsal düzenleri yerle yeksan ediyor, hem de karşı tezi –bir nevi ikizi- olan Komünizme karşı “din” gerçeğini bütün kıvraklığıyla kullanıyordu. İslam dünyasının hocaları, aydınları ve kanaat önderleri, “iki şerden ehven olanı tercih ediyordu: Batı’yı yani Kapitalizmi. Ama ne hikmetse bu ehven olan şer, İslam Dünyası’nda taş üstünde taş bırakmıyordu. Batı’nın yayılmacılığına karşı, onun ikiz kardeşi de boş durmuyordu elbet. Yarışa istila ve yıkım yapılıyor, yarışa kan ve gözyaşı dökülüyordu. Ama biz “şerrin ehvenini” bulmuştuk bir kere, bırakmaya hiç niyetimiz yoktu.

                Zira ne deniyordu? “Zaman imanı kurtarma zamanı, o yüzden Ehli Kitapla ittifak etmeliyiz.” Bu mantığa göre imanımız, sönmek için hafif bir rüzgâr bekleyen mum alevi gibiydi. Titrek alev her an sönmeye hazırdı. Diyelim ki durum hakikaten böyleydi. Lakin Müslüman Dünya’nın imanını bu derece tezyif eden bir gerçek var ise, o da  “Ehl-i Kitap” sandığımız Batın’ın bütün yerleşik değerleri yerinden oynatıp terakki yolunda doludizgin gidişiydi. Ardından iç geçirerek baka kalmıştık.

                Batı inkişafının altında yatan sömürü, kan ve gözyaşını görüyor ama bunlara dair bir şey düşünmüyorduk. Bu sömürü, bu kan ve gözyaşı olmadan bu “inkişaf” olabilir miydi? Bunun üzerine hiçbir zaman kafa yormuyorduk.

                Komünizm’le korkutulup gölgesine sığındığımız Batı, her şeyimizi değiştirdi. Haritalarımızı, yaşam tarzımızı, yerleşim tarzımızı, düşüncelerimizi, inançlarımızı… Bırakın yüz yılı, elli yılı, yirmi yıl evvel ölenler mezarlarından kalksa bir birbirimizi tanımayacak durumdayız. O kadar baş döndürücü bir değişim anaforuna soktu bizi Batının Kapitalizmi.

Ama biz yine de ”Ehli Kitap”la ittifaktan ve belimize dolanan Yeşil Kuşak’tan bir türlü vazgeçmiyor, bunları bir nevi varlığımızın sigortası olarak görüyorduk.

            1991’de Sovyetler yıkıldı. Komünizm teslim bayrağını çekti. Soğuk Savaş’ın bitiminden bu güne, aradan geçen zamanda Komünist Çin kapitalizmin en büyük üssü oldu. Batıdan Doğuya hayâsızca saldıran vahşi Kapitalizm, şimdi arkadan dolanıyor. Makinaları, silahları, ayartıp ifsat eden fikirleriyle Garp’tan Şark’a durmaksızın tasallut edenler, şimdi Doğu’dan Kadim Dünya’ya musallat oluyorlar. Bu yeni stratejiye  “Bir Kuşak Bir Yo/Yeni İpekyolu” diyorlar.

Çok yakın bir gelecekte, “Yeni İpekyolu” üzerinden büyük bir istilaya maruz kalacağımızı ve korkunç dönüşümlere uğrayacağımızı görmeliyiz. Ama kim görecek? Biz hâlâ Yeşil Kuşak konseptinden kurtulamıyoruz.

Yüzyıl önce haritalarımızı değiştirenler, yine bölgemizde. Bu sefer kabuklanan yaralarımızı bir kez daha kanatmak ve kendi çizdikleri haritaları bir kez daha un ufak etmek için buradalar. Dün bu coğrafyayı Batı yanlısı – Sovyet yanlısı diye parçalayanlar, bugün Sünni, Şii, Selefi diye parçalamanın hesaplarını yapıyorlar. Şii Hilâli, Sünni Hilâli gibi batılı düşünce/strateji kuruluşlarında oluşturulup pişirilmiş gündemler/kavramlar ne yazık ki bölgenin ahmak entelijansiyası ve kimi yönetici zümrelerince sahipleniliyor. İslam’ın remzi olan “hilali” parçalamakla meşgulüz, işe bakar mısınız?

1991’de Irak’la başlayan haklama operasyonu, ahmak entelijansiyanın “Arap Baharı” diye kanıp pazarladığı süreçle ivme kazandı. Suriye tarumar oldu, Libya mahvedildi. Bölgenin üç başat ülkesi olan Türkiye, İran ve Mısır’a yapılanları/yapılmak istenenleri görmektesiniz. Mısır, Batı destekli operasyona kurban edildi. Türkiye’de darbe dâhil her seçenek denendi/ deneniyor. İran’a 1979’dan beri ambargo uygulanıyor.  Üzerinde her türlü operasyon yapılıyor.

Geçtiğimiz günlerde, İran’ın Kudüs Ordusu komutanı General Kasım Süleymani, ABD-İsrail ortak suikastıyla katledildi. Bizim anlı şanlı entelijansiyamız hemen teşhisi koydu: “İran’ın önü açılıyor!” Bu mantığa göre Merhum Eşref Bitlis Paşa, suikast yoluyla şehit edilirken de Türkiye’nin mi önü açılmak istenmişti?

Bu coğrafyanın çocukları, kendi insanları ile batılıların ürettiği dil üzerinden ilişki kuruyor. Ülkeler de öyle…  Herkes bölge dışı güç odakları üzerinden terazide ağırlık kazanmak istiyor. Kendi sorunlarımızı kendimiz çözme iradesi gösteremiyor, dışarıdan gelen bir gücün muhalifimize verdiği zararı kendi hanemize kâr yazıyoruz. Ya o dışarıdan gelen “Ehl-i Kitap” güç sopayı bize çevirdiğinde ne yapacağız. Ki az sopasını yemedik hani.

Dert çok, söylenecek söz de çok. Birileri bölgeyi tuz buz etmek için yapmadığını bırakmadı. Şimdi de İslam tarihinin bidayetinde yaşanan siyasi tartışmaları güncelleyerek, fay hatlarını diri tutmak ve mümkünse harekete geçirip yeni depremler meydana getirmek istiyorlar. İki tarafta da bu sui emele teşne o kadar insan var ki…

Suudi Arabistan ve ortağı ülkeler, Ilımlı İslam Projesi’nin yeni gözdesi seçilmekten çok memnun, Şiiler Sünnilerin günahlarını, Sünniler Şia’nın ne kadar sapkın olduklarını sayıp dökmekle meşgul.

Batılıların bu topraklar üzerinde yaptığı her operasyon sırasında, bu toprakların sakinlerinin geliştirdikleri, tam da Batılıların işine gelecek olan: “Ne yapalım, şerrin ehvenini tercih etmeliyiz!” yaklaşımı ve ABD bombalarıyla soğumayı bekleyen yüreklerin “aşk ve heyecanı”  Merhum Abdürrahim Karakoç’un Mihriban şiirini hatırlatıyor.

Sarı saçlarına deli gönlümü

Bağlamışım çözülmüyor Mihriban

Ayrılıktan zor belleme ölümü

Görmeyince sezilmiyor Mihriban

Mevhum bir “Ehli Kitap” anlayışı ve bu yüzden yüzyıllardır tersinden işletilen “Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur” (İki şerden daha az şerli olan tercih olunur) kaidesine aşk derecesinde sevdalanan İslam dünyasının aydınları, âlimleri/hocalarının –istisnaları tenzih ederim- hâl ve tavırlarını şiire tahvil etsek sanırım söyle olurdu:

Bize kâr etmiyor ettiğin zulüm

Hilelerin sezilmiyor Mihriban

Nasıl bir düğümle bağladın bizi

“Yeşil Kuşak” çözülmüyor Mihriban

Merhum Karakoç’a rahmet diliyor ve sevenlerinin hoşgörüne sığınıyorum. Vesselam.

Şaban ÇETİN

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.