Prof. Dr. Ali Seyyar
Yoksullukla imtihan olmak, hakikaten sosyo-ekonomik yönden zor bir süreçtir. Onun için, her yoksul, haliyle en kısa sürede sefaletten ve maddî sıkıntılardan kurtulmak ister. Bu aktif sabır isteyen bir süreçtir. Sosyal devlete düşen görev de işsizlere gelir getirici istihdam imkânları sunmak ve çalışma gücü olmayan yoksullara da maddî destekte bulunmaktır. Peki, zenginlik de bir imtihan konusu olabilir mi? Zenginlerin ne gibi maddî sorunları olsun ki herhangi bir imtihana tâbi tutulsun sorusu akla gelebilir? Biz hadiselere, maddiyat üstü ve ötesi alanlardan da baktığımız için, zenginlik de manevî ve kaderi yönden yoksulluk kadar insanî risk taşıdığını söyleyebiliriz. Bunu biraz açmak gerekir elbette. O halde İslâm tarihine bir yolculuğa ne dersiniz?
Mekke’den Medine’ye hicret eden muhacirler başta olmak üzere birçok sahabinin sosyal hayatı genelde iki devreye ayrılabilir. Birisi Mekke bağlantılı olarak işkence, sıkıntı ve yoksulluk dönemi, ikincisi ise Medine dönemi bağlamında özgürlük ve refah dönemi. Refah döneminde birçok sahabi, yoksulluktan kurtulup az veya çok servete kavuşmuştur. Yoksulluk döneminde çok sıkıntı çeken sahabiler, zarurete rağmen mümkün mertebe kimseye el açmamış, teslimiyet, tevekkül ve tahammül çizgisinde Allah’a sığınmıştır.
Refah döneminde ise hem Allah’a şükretmişler, hem de aktif şükrün bir tezahürü olarak gelirlerinin önemli bir kısmını sadaka olarak dağıtmışlardır. Mesela Hz. Ebu Hureyre, hem yoksullukla, hem de zenginlikle imtihan olmuş ve her iki durumda da Allah’ın rızasını kazanabilmiş önemli bir sahabedir. Sahabiler, yoksul iken, zulüm ve hile ile kimsenin malına el sürmedikleri gibi kimseden bir şey dahî isteyememiştir. Zengin olduklarında ise nefislerini cimriliklerinden hep uzak tutmuşlar ve zekâtın dışında cömertçe infakta bulunmuşlardır. Sahabiler, fakirliğin fitnesinden korktukları gibi, zenginliğin de ortaya çıkarabilecek fitnesinden Allah’a sığınmıştır.
Her iki hâlde de sahabiler, Kur’ân ve Sünnete yakışır bir tavır sergilemiştir. Yoksulluk dönemlerinde diğer yoksullardan farklı olarak yoksulluklarını bahane edip kimseden yardım talep etmemişlerdir. Bilindiği gibi yoksulluğunu gizleyen ve sessizce Yaratan’a sığınan yoksullara “miskin” denilmektedir. Bu yönüyle yoksul sahabiler, miskin sıfatını taşıyan şahsiyetli ve onurlu Müslümanlardı. Yoksul sahabiler, Allah’tan başka hiçbir şeye muhtaç olmadıklarını gösterircesine, kendi hallerine rıza göstermiş, züht ve takva içinde sabretmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de böyle sabırlı yoksullar şu şekilde tanımlanmaktadır:
“Verin o fakirlere ki, Allah yolunda kapanmışlardır. Şuraya buraya dolaşmazlar. İstemekten çekindikleri için, bilmeyen onları zengin zanneder. Onları simalarından tanırsın, halkı (diğer yoksullar gibi) bizar etmezler (usandırmazlar).” (Bakara; 2/273).
Peygamberimiz (sav) de bu istikamette miskinlerin ortak özelliklerini şu şekilde belirlemiştir: “Miskin, kendini bir-iki hurmanın, bir-iki lokmanın geri çevirdiği dilenen bir insan değildir. Miskin, ihtiyaç içerisinde bulunduğu halde istemeyen, durumu halk tarafından bilinmediği için yardım edilmeyen, iffet ve nezâfet (temizlik) sahibi mümindir.” (Riyâzü’s-Sâlihin, C. I; s. 309.)
Kısacası, yoksulluklarında miskin sıfatını taşıyabilmiş olan sahabiler, zenginliklerinde de israf ve isyandan uzak kalarak, cömert olma hasletini üstlenebilmiştir.
Yoksulluğu da zenginliğe de gören Suffe sahabilerinden Hz. Abdullah ibni Mesut’un bu husustaki yaklaşımları ne kadar ilginçtir:
“Hiç kimsenin hoşlanmadığı ölüm ile fakirlik ne güzel şeylerdir. Allah’a yemin ederim ki, zenginlikle fakirlik, ikisi de birer nimettirler. Ben hangisiyle imtihan edilsem, umursamam. Zenginlikte muhtaçlara yardım, fakirlikte de sabır meziyeti vardır.”
Cennetle müjdelenen ve hayatının sonlarına doğru serveti iyice artan Hz. Saad bin Ebi Vakkas’ın Peygamberimizden (sav) rivayet ettiği şu hadisi-i şerif de insanların en şereflisi olan sahabilerin, hem yoksulluğun, hem de zenginliğin karşısında nasıl bir tutum izlemiş olduklarını göstermektedir: “Müminin haline hayret ediyorum. Bir iyilikle karşılaşsa Allah’a hamd ile şükreder. Bir musibetle karşılaştığında da hamd ile sabreder. Böylece her işinde sevap kazanır. Hatta hanımının ağzına koyduğu lokmadan dahi sevaba erer.” (Hayâtü’s-Sahâbe; C.I; s. 329).
Ezcümle; Yoksullukla da zenginlikle de imtihan olmak manevî ve ahlâkî yönden hem zor, hem de kolaydır. Eğer sahabiler gibi yoksullukta aktif sabır gösterilir ve zenginlikte de şükrün bir tezahürü olan sadakada bulunursa işimiz epey kolaydır. Eğer tam tersine yoksullukta/işsizlikte bir cihat aşkı ile iş aranmaz veya aktif sabır gösterilmezse ve zenginlikte de sosyal görevler unutulursa o zaman durum her halükârda vahim olur.
Şunu da burada hatırlatmış olayım: Aktif sabrın dışında yoksulluktan ve maddî sıkıntılardan kurtulmanın gizemli bir yolu daha var. Kişi, yoksulluk haliyle de yine de elinden geldiği kadar cömert davranabilir. Yoksulluk dönemlerinde belki kemiyet olarak fazla bir maddî katkıları olmayabilir böyle bir kişinin, ama takvanın bir gereği olarak gönülden yapacağı en küçük bir iyilik dahî, Allah katında büyük bir manevî değeri vardır. Nitekim Allah, muttakilerin özelliklerini yine infakla (hayır yapmakla) ilişkilendirerek şu şekilde açıklamaktadır: “Onlar (muttakiler), bollukta ve darlıkta (Allah için) infak ederler ve onlar öfkelerini yenerler, insanları affedenlerdir. Ve Allah, muhsinleri (iyilik edenleri) sever.” (Âl-i İmran; 3/134).
Allah, darlıkta bile böyle cömert olan kulunu sevdiğine göre, onu hiç yalnız ve çaresiz bırakır mı? Kaldı ki infakın, Allah katında kemiyetten tamamen bağımsız olduğunu Peygamberimiz (sav) şu güzel örnekten yola çıkarak izah etmektedir: “Durumuna göre bir gümüş para yüz bin gümüş parayı geçebilir.” Sahabiler, bu duruma şaşırdılar ve sordular: “Bu nasıl olur”, dediler. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Bir adamın iki gümüş parası olsa birini tasadduk etse; diğer adamın da pek çok malı olmuş olsa da ondan alıp yüz binini infak etse durum nasıl olur? Bir düşünün!”. (Müslim, Zekât 21).
Kim bilir, sahabilerin yoksulluk dönemlerinde hayır adına verdikleri bir hurma tanesi bile zenginlik dönemlerinde verdikleri tonlarca hediyeden daha büyük bir değer taşımış olabilir. Ve daha da önemlisi, en sıkıntılı dönemlerde yaptıkları küçük bir iyilik, ileride zengin olmalarına vesile olan hayırlı bir girişim olmuş olabilir. Demek ki, bugünün yoksulları da yoksul olduklarına bakmaksızın Allah rızası için küçük de olsa bir hayırda bulunmaları, yoksulluklarından kurtulmalarının ilk hamlesi olabilir. “Kelebek etkisinin” müspet yansımalarının manevî âlemde daha çok geçerli olduğuna ve sosyal hayatta da kendisini gösterdiğine (tecrübelerle sabit) inanmak gerekir. Kısacası, yoksulluğa karşı “kelebek etkisini”, küçük de olsa sadakalarla harekete geçirebiliriz. Peki, “kelebek etkisini” harekete geçiren metafizik güç nedir veya kimdir? Bir düşünün!
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…