Ahsen Unakıtan: Erdoğan’a Hiçbir Şekilde Ulaşamıyorum. Etrafı Bugün Zırhla Çevrili
AK Parti’nin ilk Maliye Bakanı Kemal Unakıtan‘ın 1983’ten beri oturduğu ve 2006 yılında yıkıp yeniden yaptırdığı Küçükçamlıca’daki villasının çatısı, AKP’li Üsküdar Belediyesi tarafından “kanuna aykırı” olduğu gerekçesiyle yıkıldı. Belediye zabıtalarının yıkım esnasında kendisini tartakladığını iddia eden Kemal Unakıtan‘ın eşi Ahsen Unakıtan, zamanında tebligat yapılmadığını savunarak Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen‘i suçladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘a bir türlü ulaşamadığını da belirten Ahsen Unakıtan, “Fakat etrafı bugün zırhla çevrili. Hiçbir şekilde ulaşamıyorum. Ne korumasına, ne kendisine. Ne de kendisi açıp ‘Ahsen yenge nasılsın?’ diyor. Ben nasıl ulaşayım nasıl söyleyeyim? Ben nasıl ulaşayım nasıl söyleyeyim? Zaten Üsküdar Belediyesi AK Parti’nin belediyesi” dedi.
Yöneticilerle Kolay İletişime Geçilemeyen Sistemler Sakattır
Haber konusu aslında kaçak olduğu için geçmişte tartışmalara yol açan ve daha sonra imar artışıyla yasal hale getirilen Unakıtan Ailesi’ne ait villa ile ilgilidir. Habere göre villanın çatısının yıkımı gerçekleşmiş. İmar mevzuatını bilmediğim için, konu hakkında yorum yapamam. Ama bir sosyal bilim insanı olarak beni ilgilendiren esas mesele, rahmetli Kemal Unakıtan’ın eşinin Ahsen Unakıtan’ın polis ve zabıta nezaretinde yapılan yıkım sonrası sarf ettiği sözlerdir. Mezkûr haberde cumhurbaşkanına ulaşamadığına dair dikkat çekici ifadelerin dışında şunları da söyler Bayan Unakıtan: “Burada 80 tane koruma beni tartakladı. Omuzlarımdan tutarak beni tartakladılar. Bu zulüm son bulmalı.”
Haydi, bu ifadeleri o esnada duyulan heyecanın etkisi ile biraz abartılı bulalım ama Türkiye’de yıkım kararı ile ilgili işlemlerin bu şekilde olması ne kadar doğrudur? Diyelim ki Belediyenin yıkım kararı kanunen isabetlidir. Kanunen zorunlu olarak ifa edilmesi gereken bu yıkım işlemi, neden daha medenî ve daha insanî bir yöntemle belki de ev sahibine makul bir mühlet hakkı verilerek ifa edilemez? Diğer taraftan bir Bakan eşi olduğu halde maruzatını Belediyenin dışında dolaylı veya dolaysız yollarla cumhurbaşkanına iletememesine bağlı olarak serzenişte bulunması ve “etrafı bugün zırhla çevrili” demesi beni gerçekten düşündürdü. Düşündürdü çünkü bendeniz de bu ve buna benzer şikâyetleri cumhurbaşkanına gönülden yakın olan birçok kişiden duydum.
Katılımcı Demokrasilerde Vatandaşlar Yöneticilerle Kolay İletişime Geçebilir
Son yazılarımdan bir tanesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın 6. Din Şûrası Kapanış Programı’nda şura ile ilgili anlamlı tespitlerine yer verirken, bir devletin idarî biçiminin sıradan vatandaşlarını bile sosyal diyalog kapsamına alan bir katılımcılık sisteminin önemine vurgu yapmıştım. Böyle bir sistemde dertli vatandaşların yöneticilerle iletişime geçmesi kolay yöntemlerle sağlanır.
Bilindiği üzere Türkiye, yeni yönetim düzeni olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş yaptı. Yeni sistemin en yüksek devlet memurluğu olarak belirlenen Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığına ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanlıklarına önemli isimler atandı. Ancak öyle anlaşılıyor ki bu sistemde de vatandaşların cumhurbaşkanına ulaşmaları öyle kolay olmuyor. Milletvekillerinin dahî bakanlara ulaşmadaki zorluklardan bahsedildiği bir sistemde herhalde vatandaşların sistemin en başında olan reise ulaşmaları da hayli hayli zor olsa gerek. Kaldı ki birçok yetkinin kendi uhdesinde olan reisin, devlet işlerine ayırdığı yoğun çalışma temposunda kendi yakınlarına bile zaman ayırmazken vatandaşlardan kime ne kadar vakit ayırabilir ki?
Ancak üst yöneticilerle iletişim kuramama sorunu sadece reis ile sınırlı değil ki. Bendeniz siyaset sahnesinde aktif olan birçok önemli şahsiyeti tanırım ve zorunlu olmadığı sürece kendilerini rahatsız etmem. Bundan birkaç hafta öncesi Ak Parti Başkan Vekili ve aynı zamanda benim hocam olan Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’u önemli gördüğüm bir konu hakkında telefonla özel kalemden aradım ve müsait zamanda bana dönmesini istedim. Halen beni aramadı. Kırıldım mı? Alıştığım için artık bunları mesele yapmıyorum.
Bir başka dostum daha var. O şimdi TBMM başkanı oldu. Özel cep telefonundan kendisini birkaç kez aradığım halde açmıyor ve geri dahî dönmüyor. İşte böyle. Dertli de olsanız, eski bir dost da olsanız artık hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Etrafları zırhla mı çevrilidir, yoksa başlarını kaşıyacak kadar vakitleri mi yoktur, yoksa makamların özelliklerinden midir bilmem ama vatandaşlarla yöneticiler arasında büyük duvarların olduğu kesindir. Yöneticilerle kolay iletişime geçilemeyen sistemler ise ne istişare kültürüne, ne de katılımcı demokrasiye uygundur.
Peygamberimiz (sav) En Sıradan İnsanlarla Bile Yakından İlgilenmiştir
Medine İslâm devletinin Reisi de olan Peygamberimiz (sav) Hz. Muhammed Mustafa, ümmetinin bütün fertlerine karşı hiçbir ayırım yapmadan aşırı duyarlı ve ilgiliydi. Bir örnek vermek gerekirse. Sıradan siyahî bir kişi, gönüllü olarak Mescid-i Şerîf’in temizliği ile ilgilenirdi. Peygamberimiz (sav) de her defasında bu kişiye selam verirdi. Ne var ki Peygamberimiz (sav) onu bir süre mescitte göremeyince merak etmiş ve kişi hakkında bilgi istemiştir. Yardımcı sahabiler, onun vefat ettiğini söyleyince Peygamberimiz (sav), “Öyle mi, Allah rahmet etsin.” gibi geçiştirici sözler sarf etmek yerine yanındaki yardımcılarına uyarı mahiyetinde “Vefatını bana haber vermeli değil miydiniz?” der.
Demek oluyor ki devlet başkanının yanındaki danışmanlar, özel kalemler artık reise kim yakınsa herhangi bir vatandaşın özel durumunu geciktirilmeksizin anında bildirmesi gerekiyor. Reis de bir yolunu bulup o kişi ile zaman kaybetmeksizin birinci elden bu mümkün değilse ikinci elden iletişime geçebilmelidir.
Müşfik Peygamberimiz (sav), bu olaydan sonra başta üst konumda olan yöneticilerimize, vekillerine, yardımcılarına ve danışmanlarına olmak üzere bütün Müslümanlara ibret olacak şu emri vermiştir: “Haydin, kabrini bana gösterin!” Rivayet odur ki, Peygamberimiz (sav) o gariban kişinin kabrinin başına varıp orada cenaze namazı kılmıştır. (Buhârî, Salât: 72).
Yönetici konumunda olan eski dostlarla artık iletişime geçemiyoruz. Bizler de bir gün ruhumuzu teslim edeceğiz. Acaba eski dostlarımız vefatımızdan haberdar olabilecek mi? Olmamaları durumunda bilahare mezarlığıma ziyaret ederler mi? Bilmiyorum. Doğrusu artık bilmek de istemiyorum. Bu merhaleden sonra Necip Fazıl Kısakürek’in şu sözleri benim için de geçerlidir:
“Cenazemde olmasın çelengim top arabam. Tabutumu taşısın dört tam inanmış adam…”
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi