Dua, insanı isteklerine ulaştıran bir araç olduğu gibi aynı zamanda derdine ve kederine en iyi gelen bir ilaçtır. Dua, insanın gücünün yetmediğini her şeye gücü yetenden istemesi, her türlü derdin dermanının Allah’da olduğunu anlamasıve O’na yönelmesidir.
Dua aslında bir tefekkür yolculuğudur. İnsan bazen öyle hadiseler yaşar ki, sıkıntılarını ortadan kaldırmaya gücü yetmez. Hayatın fırtınalarıyla oradan oraya savrulur. Hatta hiç kimseden fayda bulamaz. Yaşadığı problemlerden kurtarmaya, güçlü olduğunu düşündüğü kimselerin de gücü yetmez. İşte o zaman kendisinin ne kadar aciz ve güçsüz olduğunu iliklerine kadar hisseder. Bu noktada ilk ve son merciin Allah olduğunu anlar. Ve her şeye gücü yeten Allah’a ne kadar muhtaç olduğunu idrak eder. Bu idrak, aslında ne büyük bir lütuftur insana. Kul, ellerini semaya açar ve Rabbine yalvarır. Yalvardıkça rahatlar, acziyetini itiraf ettikçe kuvvet bulur. Dua sayesinde, içinde büyük bir ümit beslendikçe beslenir. Bir gün duasının kabul edileceği ve sıkıntılarının biteceği düşüncesi, her “âmin” dediğinde kökleşir gönlünün derinliklerinde. Onun bu inancı, bir gün duasının kabulüne vesile olacaktır aslında. Çünkü böyle düşünmekle Rabbine olan imanını, güvenini ve teslimiyetini ortaya koyar. Allah da bu duygularla yapılan duayı reddetmeyecektir. Kulunun kendisine güvenini boşa çıkarmayacaktır. Tıpkı Hz. Yunus’un duasını kabul edip onu balığın karnından kurtardığı gibi…
Yunus (a.s.)’ın meşhur kıssasını bilirsiniz. Musul yakınlarındaki Ninova halkına peygamber olarak gönderilen Yunus (a.s) putperest kavmini tevbeye ve Allah’a inanmaya davet eder.[1]Otuz üç yıl süren bu tebliğ sürecinde sadece iki kişi kendisine inanır.[2]Tüm gayretlerine rağmen halkında herhangi bir değişiklik olmaması Hz. Yunus’u çok üzer ve yıpratır. Nihayet Yunus Peygamber, Allah’tan aldığı bilgiyle kavmine son ikazını yapar. Eğer tevbe etmez, putlara tapmaktan vazgeçmezlerse üç güne kadar kendilerini azabın kuşatacağını belirtir[3]ve kendisine kulak vermeyen kavminin arasından öfkeyle ayrılır.[4]Üçüncü günün erken saatlerinde şehrin üzerini kapkara dumanların kapladığını gören halk, iyice paniğe kapılır ve azabın geldiğini anlarlar. Tevbe etme arzusuyla Yunus (a.s.)’ı arar ama bulamazlar.[5]Buna rağmen tevbe etmekten de geri durmazlar. Samimi yalvarış ve yakarışları sonucunda Allah Teala onların tevbelerini kabul eder ve onları azaptan kurtarır.[6]
Yunus (a.s.)’a gelince; öfkesi onu bir deniz kenarına iter. Orada yolcusunu almış kalkmak üzere olan bir gemiye biner[7]ve azap bölgesinden uzaklaşmak için yola koyulur. Gemi denizin ortasına gelince orada kalakalır. Gemidekiler bu durumun birinin günahı sebebiyle olabileceğini düşünürler.[8]O esnada Yunus (a.s), Allah’tan izinsiz bir şekilde[9]bölgeyi terk etme hatasından dolayı başlarına bunun geldiğini anlar ve kendisini denize atmaları gerektiğini belirtir.[10]Ama kaptan vegemidekiler bunu yapmaktan imtina eder ve kur’a çekmeye karar verirler. Çekilen kur’a Yunus (a.s.)’a çıkar. Onu denize atmak istemeyen gemi halkı, yeniden kur’a çeker ama kur’a yine Yunus (a.s.)’a çıkar. Son olarak bir daha kur’a çekerler ve bu defa da kur’a Yunus (a.s.)’a çıkınca artık yapacak bir şey kalmaz.[11]Yunus (a.s.) denize atıldığı andabir balık onu hemen yutuverir.[12]Yüce Rabbimiz Yunus (a.s.)’ın başına gelenleri: “إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنْ الْمُدْحَضِينَ فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ” “Hani o, yolcusunu doldurmuş gemiye kendini atmıştı. Derken kur’a çekmişlerdi de (Yunus) kaybedenlerden olmuştu. Kendisini kınayıp dururken onu bir balık yuttu.”[13]şeklinde beyan etmektedir.
Bazı durumları “içinden çıkılamayacak hal” diye nitelendiririz ya, işte Yunus Peygamberin durumu tam da böyledir. O, dünyadaki en büyük darlığı yaşamış, günlerce bir balığın karnına hapsolmuştur. Çaresizdir, kurtulması imkansızdır. Bağırsa da çağırsa da sesine ses verecek kimse yoktur.İşte o anda, sesini duyacak tek zâtın Allah olduğunu, aslında kendisinin yalnız olmadığını yaptığı duasıyla ilan eder. Yunus (a.s.)’ın durumunu ve kendisini kurtuluşa götüren duasını Allah Teala şöyle beyan buyurur: وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّ وَكَذَلِكَ نُنجِي الْمُؤْمِنِينَ “(Ey Resûlüm!) O balık sahibini de hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin. Ben gerçekten zalimlerden (nefsine zulmedenlerden) oldum.” diye niyaz etmişti. Bunun üzerine biz de onun duasını kabul ettik. Kendisini gamdan, selamete erdirdik. İşte biz iman edenleri böyle kurtarırız.”[14]
Ayetten de anlaşılmaktadır ki; Yunus Peygamber’in; çaresizliğini, aczini ve nefsine zulmünü bu şekilde itiraf etmesi, duasının Rabbi tarafındankabulüne sebep olmuştur. Bir gece vakti, fırtınalı bir denizde, kendisini yutan bir balığın içinden sağ salim çıkmak neredeyse imkansızken Cenab-ı Hak tarafından Yunus Peygamber’e bu imkan tanınmıştır. Şayet Yunus (a.s) o meşhur duasını yapmasaydı, balığın karnından çıkması mümkün olmayacaktı. Zira bu hakikati beyan sadedinde Rabbimiz: “فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنْ الْمُسَبِّحِينَ لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ” “Eğer o, Allah’ın şanını yüceltenlerden olmasaydı kıyamete kadar balığın karnında kalacaktı.”[15]buyurmakta ve Yunus (a.s.)’ın yaptığı bu duanın fevkalade önemli olduğuna dikkat çekmektedir.
Yunus Peygamber’in hali ve duası çok büyük ibretlerle doludur. Bu kıssa insanlara diyor ki: Başınıza gelen bela ve musibetlere sizin kendi hatalarınız sebep olmuş olabilir. Yunus Peygamber gibi bunu görür, yanlışınızı itiraf ederek çaresizliğinizi Allah’a arz ederseniz, duanız daha çabuk kabule karin olur, en kısa zamanda selamet sahiline çıkarsınız.
Kur’ân’da Yunus (a.s.)’ın kıssasına yer verilmesi ve onun yaptığı duaya dikkat çekilmesi Rabbimizin bize bir lütfudur. Böylece Hz. Yunus tarafından yapılan ve kabul edilen bir duayı Yüce Rabbimiz bize öğretmekte,onulmaz sandığımız dertlerimize bir derman, ümitsizliğe kapıldığımız problemlerimize bir çözüm ve çare sunmaktadır.
Öyleyse bizler de bu duayı sık sık yapmalıyız. Hem rahat zamanımızda hem de dara düştüğümüzde…Kendimizi çaresiz hissettiğimizde bu duayı okuyarak ve Yunus (a.s.)’ı da yâd ederek “Ya Rabbi! Sen peygamberin Yunus’u (a.s.) nasıl ki balığın karnından kurtardın, onu selamet kıyısına çıkardın, beni de öyle selamete çıkar, huzura ve rahata erdir diye dua etmeliyiz. Ümitsizliğe kapılmadan ve Rabbimizin kabul edeceğine inanarak yapacağımız bu dua inşaallah meyvesini verecektir. Nitekim Allah Teala, Yunus peygambere mezkur duası üzerine lutfettiği nimetlerini;
“فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاء وَهُوَ سَقِيمٌ وَأَنبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِّن يَقْطِينٍ وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَى مِئَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَى حِينٍ” “Sağlığı bozulmuş olarak onun ıssız bir kıyıya bırakılmasını sağladık. Üstüne (gölge yapması için) kabak türünden bir bitki bitirdik. Bir defa daha onu yüz bin ya da daha fazla kişiye elçi olarak gönderdik. Bu defa onlar iman ettiler, biz de kendilerini belirli bir vakte kadar nimetlerimizle yaşattık.”[16]şeklinde beyan etmektedir.
Hangi sıkıntıya düşmüş olursak olalımRabbimizden ümit kesmemeli, çaresiz kaldığımızı düşünmemeliyiz. Duaya sımsıkı sarılmalı, Rabbimize tam itimat etmeli ve sabırla onun ihsan ve ikram edeceği ferah ve ferec günlerini beklemeliyiz.
[1]Bkz. et-Taberî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, II, 42; es-Sa‘lebî, Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm, Arâ’isü’l-Mecâlis, s. 407; İbnü’l-Esîr, Ebü’l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed, el-Kâmil fi’t-Târîh, I, 360.
[2]Sa‘lebî, Arâ’is, s. 408; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 360.
[3]Sa‘lebî, Arâ’is, s. 408; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 360.
[4]Sa‘lebî, Arâ’is, s. 408; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 360.
[5]Sa‘lebî, Arâ’is, s. 408; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 360.
[6]Taberî, Câmiʿu’l-Beyân, XI, 171; Sa‘lebî, Arâ’is, s. 408; İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ’ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer, el-Bidâye ve’n-Nihâye, I, 232; M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, II, 147-151.
[7]İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullāh b. Muhammed, el- Musannef fi’l-Ehâdîs ve’l-Âsâr, XI, 542; Taberî,Târîh, II, 43; Sa‘lebî, Arâ’is, s. 408.
[8]Taberî, Tarîh, II, 44.
[9]es-Sâbûnî, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefâsîr, III, 40.
[10]İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, XI, 542.
[11]Taberî, Tarîh, II, 42; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 361.
[12]Sa‘lebî, Arâ’is, s. 408-411.
[13]Saffât, 37/140-142; M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, II, 152-154.
[14]Enbiya, 21/87,88
[15]Saffât, 37/143-144.
[16]Saffât, 37/145-148.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi