Haftalardır Filistin topraklarında süren vahşetin ne zaman son bulacağı belirsizliğini koruyor. Vahşet, artan bir şiddetle sürerken haber kanallarında bir istatistik(?), yüreğimizin an can alıcı yerine bir paslı çivi saplıyor: Her on dakikada bir, küçük bir çocuk hayatını kaybediyor. Bu birileri için sadece bir istatistik olabilir ama bizler için asla olmamalı. Mazlumların ve özellikle çocukların hesabı zalimlerden sorulmalı.
O çocuklardan korkuyorlar, onların peygamberin mirasına sahip çıkacaklarını biliyorlar, o nedenle de korkuyorlar zalimler. Çağın firavunları ne yaparlarsa yapsınlar bir Musa’nın ortaya çıkmasına ve onları alt etmesine mani olamayacaktır. Vicdan sahipleri, her türlü protestoyu, boykotu, eylemi, yardım faaliyetlerini bu süreçte yaptı, yapıyor ve görünen o ki yapmaya devam edecek. Devam da etmeli zaten. Filistin’de yaşananları, sadece bölgesel ve ırkçı bir söylemle dünya gündeminden düşürmek ya da dünyanın ilgisini azaltmak için yapılan algı çalışmalarına aldırmamalı. Bu bir Arap- İsrail savaşı değil, bu bir Hamas-İsrail savaşı da değil. O topraklarda bugün hasbelkader Araplar yaşıyor olabilir, başka bir ırka mensup olanlar da oralarda olabilirdi. O zaman da olan savaşı adını o ırklarla ilişkilendirmeyecektik. Orada siyonizmin iflah olmaz bir intikam duygusu var ve o topraklarda kim yaşasa ona düşman olurdu. Orada Siyonistlerin tedavülden kalkmış iddialarını diriltme sevdasından başka bir şey yok. Bunun için de dünyayı ateşe vermekten geri durmuyorlar.
Bu durum, bugünün mevzusu değil. Yüzyıllar öncesinden planlanan ve adım adım harekete geçirilen/ sahneye konan bir oyunu belki de son perdesi sahnelenmektedir. Önce birbirlerine inançla bağlanan toplulukları ırkçılık virüsü ile zehirlerdiler. Sonra oyunlarını oynamaya başladılar. Kudüs şairi Nuri PAKDİL ırkçılığı şöyle tanımlıyor: ‘’Irkçılık, Avrupa’nın inancımızdaki eşitliğin tüm insanlığa yayılmasını durdurmak; ortak inancın evrensel yurdu içinde birleşmiş ulusumuzu ( ümmet) bölmek için yaptığı emperyalist girişimin adıdır.’’ Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde maalesef çeşitli vaatlerle özünden koparılmış, kendi insanına ve inancına yabancılaşmış kişilerce ırkçılık körüklenmiş. Böylece nifak tohumları buralarda hızla büyümüş, kimse kimsenin derdiyle yeterince ilgilenmez olmuş. Herkesi birtakım sorunlarla meşgul etmişlerdir. Kimini komşularıyla, kimini ekonomik sıkıntılarla eli kolu bağlı hale getirmişler. Kimsenin Müslüman kardeşini düşünmeye mecali kalmamış. Mazlum coğrafyalarda zulmün devam etmesinin başka bir izahı olabilir mi?
Küresel oyunların genellikle ve özellikle Müslümanların olduğu Ortadoğu’da oynanmasının sebebini yine PAKDİL’den okuyalım: ‘’Batılılar, yüreklerinin en gizli köşelerinde hâlâ duran ‘Ortadoğu korkusu’nu atamamışlardır. Nedir bu korku? Ortadoğuluların İslâm uygarlığını yeniden gün yüzüne çıkarmaları olasılığıdır.’’ Bu olasılık onların uykularını kaçırıyor. Yaptıkları tek şey burayı sürekli bir ateş çemberinin içinde tutmaktır. Savaşlarla kültürün, sanatın hâsılı bir medeniyetin yeniden yaşadığımız dünyaya barışı ve adaleti getirmelerinin önüne geçmek istiyorlar. Kendilerinden olmayanlara karşı ne kadar gaddar olduklarına hem tarih hem de günümüz mazlumları şahitlik etmektedir. Kendileri bu kadar vahşi iken başkalarını suçlamaları bir ironiden başka bir şey değildir.
Birbirine yabancılaştırılan ve düşmanlaştırılan Müslüman toplumların yüreğindeki paslı çivinin bütün vücudu hasta etmesine izin verilmemelidir. Yaralarımız kardeşlik ve merhamet ilaçlarıyla hızlıca sarılmalıdır. Evet, biliyoruz; Ortadoğu’nun ateşe, şiddete, işkenceye bağışıklık kazanmış çocukları var. Ama bu, bizim onları yalnız bırakmamız için bir bahane olamaz. Aksine kardeşlerimizin yaşadıkları sıkıntıları, acıları sona erdirmek için mücadele etme mecburiyetimiz var.
EYYUP YÜKSEL
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BU LİNKİ ZİYARET EDİNİZ