Sahabilerin merhametli, sosyal ve cömert olmalarının bir sebebi de Allah’a tam bir ihlâsla iman etmelerine bağlı olarak rızkın da sadece O’ndan geldiğine inanmalarıdır. Rızık verenin Allah olduğu inancı, sahabilerin ruh dünyasını o kadar etkilemiştir ki, elde ettikleri ne varsa onu Allah’tan bilmişler ve bu manevî bilinç ile başkalarının da bu rızıktan hakkı olduğunu düşünmüş ve dolayısıyla yeryüzünün halifeleri (sorumlu takva sahipleri) olarak rızkı başkalarıyla paylaşmıştır.
Sahabiler, sosyal ve manevî sorumluluk şuurunu Kuran ve Sünnetten aldıkları için, kendilerine ait olan ne varsa gönül rahatlığı ile başkalarına verebilmiştir. Bu bağlamda sahabiler, mutlak olarak şu âyetin etkisi altında kalarak, hareket etmiştir:
“Yeryüzünde yürür hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkı Allah’a ait olmasın. Allah, onların (dünyada) duracak, (öldükten sonra emaneten) dinlenecek yerlerini, saklanacak yerleri bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılıdır.” (Hud; 11/ 8).
Kısacası rızkın bolluğu da azlığı da Allah’ın iradesi altında olduğunu en iyi bir şekilde anlayan ve buna göre sosyal hayatlarını biçimlendiren sahabiler olmuştur.
Zengin Sahabiler, Dünya Malının Bir İmtihan Olduğunun Bilincindeydi
Cenab-ı Hak, Kuran-ı Kerim’de dünya malının bir imtihan vesilesi olduğunu ve imtihandan başarı ile geçebilmek için nefislerin, cimrilik başta olmak üzere her çeşit kötülüklerden arındırılmasına yönelik olarak bir hayır olmak üzere infakta bulunmak gerektiğini açıkça belirtmektedir.
“Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitnedir (imtihandır). Büyük ecir (en güzel karşılık) ise Allah katındadır. O halde Allah’a karşı gelmekten gücünüzün yettiği kadar sakının, buyruklarını dinleyin, itaat edin; kendinizin iyiliğine olarak mallarınızdan sarf edin; nefsinin tamahkârlığından korunan kimseler, işte onlar saadete erenlerdir. Eğer Allah’a güzel bir ödünç takdiminde bulunursanız, onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar; Allah, şükrün karşılığını verendir; Halim’dir.” (Teğabün; 64/15-17).
Zengin sahabiler, bu âyet sayesinde hayır ve infakın, dünyevî ve uhrevî saadetin kaynağı olduğunu idrak etmiş, mal ve servete karşı gerçek anlamda sevgi besleyememiş ve dolayısıyla muhtaçlara cömertçe sosyal yardımda bulunmuştur. Zengin sahabiler, muttaki olduklarından dolayı muhtaçlara vermekte nefsanen hiç zorlanmayan eli açık mümtaz şahsiyetlerdi.
Zengin Sahabiler, İyilikte Bulunmanın Öncüleriydi
Zengin sahabilerin aynı zamanda iman, güzel ahlâk, ihlâs ve irfan sahibi olmaları, onları ihsana yakın ve sosyal duyarlı olmalarını sağlıyordu. Peygamberimizden (sav) gördükleri gibi hem Allah’ı, hem de O’nun yarattıklarını sevmeyi, imanın bir gereği olarak görüyorlardı. Fıtrî sevgilerini koruyabildikleri için, herkese iyilikte bulunmaktan dolayı da manevî haz almaktaydılar. Hayır yapmak, onlara hiç zor gelmiyordu. Bilakis doyumsuz bir şekilde hayır yapmaya odaklanmış bir ruh dünyaları vardı. Onun için hayırdan usanmazlardı. Paralarını, mallarını, hayırlı ve iyi yerlere dağıtmaktan lezzet almaktaydılar. Hayır yapmak, zengin sahabiler için Allah’a rağbet etmekti. Hayır yapmak, Allah’ın hem emirlerini yerine getirmek, hem de O’na daha yakın olmak anlamına gelmekteydi. Onlar hayır yapmakta, başkalarına her türlü iyilikte bulunmakta ayrı bir manevî tat almaktaydılar. Hayır yapmadıklarında ise vicdanî sorumluluk içinde manevî ıstırap çekmekteydiler.
Maddiyatı manevîleştirmenin yolu, hayırdan ve infaktan geçtiğini en iyi bilen zengin sahabilerdi. Çünkü onlar verdikçe maneviyatları daha da güçlenmekteydi. Başkalarını sevindirmek maksadıyla hayırda bulunurken, belki de yardımı alanlardan daha çok kendileri sevinmekteydi. Çünkü kulu sevindirmek, Allah’ı sevindirmek olduğunu zengin sahabiler gönüllerinde çok iyi hissettikleri için, son nefeslerine kadar hep hayır kahramanları olarak kalabilmiştir.
Maddî-manevî bütün imkânları Hakk’ın yoluna armağan etmiş olan zengin sahabiler, hayır işlemekten bıkmayan gerçek anlamda kâmil insanlardı. Peygamber Efendimiz (sav) ne güzel buyurmuş: “Kâmil mümin, sonu Cennet oluncaya (Cennete giren) kadar hayır işlemeye doymaz.” (Tirmizi; İbn-i Hibbân).
Hayırda bulunmanın yanında sahabilerin son nefeslerine kadar doymadıkları iki şey daha vardı: O da hayırlı söz ve hikmettir. Nitekim daha sonraları değişik dünyevî nimetlere kavuşan Hz. Ebu Said de bizlere bu doğrultuda şu hadis-i şerifi nakletmektedir: “Mümin cennete kavuşuncaya kadar, kulağına gelen hayırlı söz ve hikmete doymaz.” (Tirmizî; İlim: 19).
Zenginliği, hayırlı hizmetlerle anlamlı ve faydalı hâle getirmiş olan sahabiler, aynı zamanda hikmetli sözlere de ehemmiyet vererek, manevî ve ilmî dünyalarını da ihya etmiştir.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi