“Zenginlik bizi bozar mı?” sorusunda çoğumuz herhalde “evet bozar” der diye düşünüyorum. Pek, bu mutlak mı? Elbette, hayır. Zenginlik, bir insanı ahlâken hem bozabilir, hem de tam tersine olgunlaştırabilir de. O halde şöyle demek daha doğru olur: “Zenginlik, bizi bozmamalıdır, tam tersine bizi manen daha da zenginleştirmelidir. İyi de, bu temenni düzeyinde kalırsa zenginliğin bizi yine de bozma ihtimali vardır. Çünkü zenginliğin gerçekten birkaç yönüyle mesela maddî güç sebebiyle kibirli ve mağrur olma gibi insanı bozma riski taşımaktadır. Öyle ise asıl sorun şudur: Zenginliğin insanı bozma risklerine karşı biz, kendimizi nasıl koruyabiliriz? Kanaatimce zenginliğin sosyal ve manevî risklerine karşı en etkin ilaç, ihlâstır.
Pek, ihlâs ne demektir? İhlâs, ister zengin, istersen fakir ol, kalbini her zaman safî ve niyetini halis ve doğru tutmadır. İhlâs sayesinde yapılan her iş, samimî olarak Allah rızasına dayanır. İhlâslı bir zengin, insanlığı riyasız, gösterişsiz, maddî menfaat gözetmeyen bir biçimde yardımda bulunur. Çünkü ihlâsta dünya faydalarını düşünmeden, hiçbir maddî-nefsanî karşılık beklemeden bütün işlerini, ibadetlerini yalnız Allah için yapma hâli vardır.
Herhangi bir işi, hüsn-ü niyetle, saf bir kalple ve vazife şuuru ile yapma hasletini bozan sosyal ve manevî risklerin başında ise riya, hırs, makam ve dünya sevgisi, üstünlük taslama ve kendini beğenme gelmektedir. Bir risk faktörü olarak belirttiğimiz bu olumsuz hasletler bir insanda varsa işte o zaman zenginlik de o kişiyi kolayca bozar. Onun için ihlâssız zenginlik, sahte para gibi er veya geç insanlık tarafından anlaşılabileceği gibi Allah katında da hiç bir değeri yoktur.
Soru şu: O kadar çok manevî ve sosyal risk içinde barındırdığı halde ihlâslı zenginlik mümkün müdür? Veya örnek alabileceğimiz veya parmakla gösterebileceğimiz ihlâslı zenginler var mıdır? Bugün var mı, onu ben pek bilmem. Bildiğim bir şey varsa tarihte, daha doğrusu İslâm tarihinde ve özellikle asr-ı saadette ihlâslı Müslüman zenginler daha somut bir ifadeyle ihlâslı zengin sahabiler vardı. İhlâslı zenginliğin olabileceğinin delili, bizzat varlıklı sahabilerdir.
Çünkü zengin sahabilerin çoğu, zenginliklerini ticaret yaparak, alış veriş ederek elde edebilmiştir. “Bunda ne var ki?” diyebilirsiniz. Devam ediyorum: Ama sahabiler bütün bu ticarî işlemlerini yaparlarken, hiçbir zaman Allah’ı anmaktan uzak kalmamıştır. Dünyada olanların hiç biri, gerçek anlamda onlara cazip gelmemiştir. Refah ve bolluk, kalplerini Allah’tan uzaklaştıramamış ve sosyal sorumluluklarını unutturamamıştır. Zengin oldukları için, yoksulların hakkını düşünerek, zekât toplamakla görevli devlet memurlarına zekâtlarını eksiksiz olarak verdikleri gibi bunun ötesinde tasaddukta da bulunmuşlardır. Zengin sahabiler, bütün ömür boyunca ne manevî, ne de maddî sorumluluklarını ihmal etmiştir. Genel bir yaklaşımla bu gibi sorumlu kimseler, velev ki çok zengin olsalar bile, Kur’ân-ı Kerim’de övülmekte ve bu hasletlerinden dolayı da böyle kişilere dünyevî ve uhrevî mükâfatlar verileceği müjdelenmektedir.
“Öyle (sosyal duyarlı, fedakâr) yiğitler vardır ki, onları ne ticaret, ne alım satım, Allah’ı anmaktan ve namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz, Onlar ancak gönüllerin ve gözlerin döneceği günden (mahşerden) korkarlar. Allah, onlara yaptıklarının karşılığını en güzel şekilde vermek için, onlara fazlından arttırır. Ve Allah, dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır.” (Nur, 24/37-38).
Diğer taraftan Allah, ihlâslı kullarına bir kutsi hadis-i şerifin verdiği mesajla şöyle buyurmaktadır: “Ey âdemoğlu; Sen bolca ver ki sana da bolca verilsin.” (Buhari, Müslim).
Demek oluyor ki namazını kılan, zekâtını veren ve bunun ötesinde cömertçe sadaka veren bir Müslümanın zengin olma ihtimali her zaman yüksektir. Allah, böyle kullarına fazlasıyla ve hesapsız vermektedir. Kişi ihlâs şuuruyla verdikçe, kendisine daha çok verilmekte, çünkü veren kişi, Allah rızası için vermekte, Allah ise bu iyiliğin karşısında kayıtsız kalmamakta, O da cömert kuluna kendi cömertliğini göstermektedir. Ne var ki Allah’ın cömertliği kıyaslanamayacak kadar çok yüksektir.
Hâsılı: dünyada sosyal ve manevî sorumluluklarını yerine getiren adanmış kişilerin, sahabilerin yaptığı gibi, infaklarını ihlâs bilinciyle sürekli olarak Allah için eda etmeleri halinde, zenginleşme sürecine girebilir, ihlâslarını da korumaları halinde zenginliğin maddî ve manevî lezzetini yaşayabilir.
Zengin sahabiler, ihlâs ve takvanın bir gereği olarak, itikat ve ibadette en ileri boyutta olmanın ötesinde kendilerine emanet olarak verilen nimetlerden de infakta bulunmuştur. Aşağıdaki âyet, âdeta zengin sahabilerin ortak özelliklerini şu şekilde açıklamaktadır: “Onlar (ihlâs ve takva sahipleridir) ki, gaybe (gaybte Allah’a) iman ederler, namazlarını kılarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler.” (Bakara; 2/3).
Sahabiler, maddî zenginliğin bütün sosyal risk ve manevî âfetlerinden kendilerini şu üç güzel hasletle koruyabilmiş ve zenginliği faydalı hâle getirebilmiştir:
Özetle söyleyecek olursak; ortalama refah seviyesinin üstüne çıkmış olan zengin sahabiler, helal kazançlarının önemli bir bölümünü sosyal faydası olan alanlara sarf etmiştir. Kendilerini küçük düşürmemek şartıyla alçak gönüllülüğü bir hayat tarzı olarak benimseyen zengin sahabiler, helal mallarını Allah yolunda harcamış, fakir ve muhtaçları acıyıp onlara hep maddî destekte bulunmuştur. Bugün de zenginlik, malın fazlasının önemli bir kısmını Allah rızası için harcayan ve ihlâs sayesinde maneviyatlarını koruyabilen insanlara zarar veremez. Ezcümle, ihlâs varsa, zenginlik insanı bozamaz. İhlas yoksa, insan her yönüyle bozulmaya adaydır.
Prof. Dr. Ali Seyyar