Türkiye, Bilecik’te Osmanlı beyliği ile tarih sahnesine çıktıktan sonra, belli bir kültür, ahlak ve sistem anlayışı ile kendi ruhuna ve düşünce sistemine yönelik bir toplum felsefesi ortaya koydu. Bu toplum felsefesi, Müslüman Türk cemiyetini sadece Osmanlı devleti ismi altında 650 yıllık şerefli ve büyük eserlerle dolu bir tarih sürecini gerçekleştirdi.
1800’lerden sonra Batılı ideoloji ve felsefeler ile Osmanlı cemiyetini etkileyen yanıltılmış veya kandırılmış aydınlar, kendini bilgi alanında yenileyemeyen medeniyeti, batılı ülkelerin desteği ile yabancı sistem ve anlayışlara yöneltti. Batılı ittifakın askeri, iktisadi ve sosyal baskıları ile toplum, uzun yıllar boyunca kendi kültür sisteminden ve değerlerinden uzak tutuldu.
Daha sonraki dönemler, batılı politikalar ve halkla uyumsuz ve beceriksiz siyaset ile geçen uzun bir zaman dilimi yaşandı. İlk olarak, Haşhas ekiminin serbest bırkılmasıyla, neden izinsiz haşhas ekiyorsun diye ABD Başkanı Johnson döneminde bir ambargo ve kısıtlamayla karşı karşıya kalmıştık. Arkasından, Kıbrıs’taki soydaşlara yönelik Rum katliamında Erbakan-Ecevit hükümetinin kararı ile Kıbrıs harekatı ile Kıbrıs’a çıkarma yapılarak, ülke kendini ilk defa yabancı dünyaya karşı savunan bir tavır gösterdik. Fakat, Batılı ülkeler, başta Amerika olmak üzere bu hareketi, silah ambargosu ile cezalandırdı. Sanki, “neden hakkını arıyorsun, sen uydu bir devletsin” dercesine aşağılayıcı bir tavırla karışılaşmıştık. Batılı danışmanların yanlış yönlendirmesiyle, bir süre sonra iktisaden iflas noktasına gelen Türkiye, IMF’ye yalvarırcasına el açan bir seviyeye düşmüştü.
2002 yılında Ak Parti’nin iktidara gelmesiyle, kendi toplumuna ve insanına yüzünü dönen ve onun problemlerini önceleyen bir anlayışın hakim olduğu ve halk merkezli bir düşüncenin politikalara yansıdığı görülmektedir. İktisadi durum ve dış politika’da ibre birdenire yukarı doğru çıkmıştı. Her ne kadar bazı alanlarda istenilen tavır veya anlayış ortaya çıkmasa da, geçmişte olduğu gibi yabancı ve grupçu eğilimlerin terkedildiği farkedilmiş ve toplum hükümeti destekleme kararı vererek, üst üste Ak Parti’yi iktidara taşımıştı.
Zeytin dalı askeri harekati sonrası, siyaset ve sivil bazı kesimlerde hükümetin politikasına karşı yabancı ve düşman güçleri koruyucu ard niyetli tutum ve açıklamaları, aslında bu ülkenin ve insanın inanç ve ahlak sistemine karşı olduklarını ve halkın değerlerini benimsemediklerini açığa çıkarmıştır. Yani bazı gruplar, düşman zihniyetine yakın bir kültürün sahibi olarak. toplum ve devletin hissiyatıyla bağdaşmayan bir düşünce içerisine girmiş ve toplumlarına karşı yabancı görüş ve ideallerini benimsediklerini gizlememişlerdir. Sürekli, her haklı harekete karşı durmaları ve ülkede fitne çıkarmaları, bu tavırlarının yabancı bir dünyanın insanı olduklarını artık kesinlikle ortaya koymuştur.
Zaten PKK ve yan kuruluşları olan PYD,YPG gibi irili ufaklı örgütler, bilerek veya uyuşturularak ülkeye karşı “düşman asker” durumuna getirilerek, katliamcı bir güç haline sokularak batılı devletler eleyle Türkiye devletine karşı “paralı savaş gücü” haline sokulmuşlardır. Maalesef yabancı güçler, meseleyi kürt unsuruna oturtmak isteyerek, işin bir törer meselesi değil de, etnik bir çatışma şeklinde propoganda etmeleriyle bazı gafil ve ırkçı duygulardan arınmamış kişileri de kendi saflarına çekebilmişlerdir. Bu durum, Türkiye’yi oluşturan farklı ırk ve mezhepler mensupları için bir çatışma riski ortaya koyduğunu da belirtmek gerekir.
Olayın Amerika ve Batı’lı ülkeler ile ilgili yönüne baktığımızda, daha korkunç ve inanılmaz bir mantık ile karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Batı ülkeleri, son yıllarda Türkiye’ye yönelik fiili çatışmalarla birlikte, bu ülkelerin terörün yanında ve onları desteklediği ve hatta bazıları desteklemekle kalmayıp, istihbarat örgütleriyle terörist gruplara maddi destek ve eğitim desteği verdiği görülmüştü. Batılı ülkelerin, hala bu örgütleri destekleyici tutumları, batı toplumlarında sosyal karakterin ne ölçüde “faydacı ve işbirlikçi” olduğunu göstermektedir.
Yıllardır, Batılı ülkelerin birçoğunun kendi Üniversite, sivil toplum kuruluşu ve belediye örgütlerinde katil ve kaçak teröristlere ev, maaş ve gıda yardımı yapılması, Üniversitelerde Türkiye’nin kültür ve değerlerine aykırı araştırma ve akademik çalışmaları teşvik edip, yöneltmeleri, tehlikeli boyutlara ulaşıyordu. PKK’lı ve inançsız, ahlaksız kişileri koruyarak onları yetiştirip, Türkiye’nin üniversitelerine akademisyen olarak sokarak kültür ve siyaset yönünde bozguncu çalışmalar yapmalarına ve eğitim sisteminde yabancı hedef ve değerleri yerleştirmelerine imkan tanınıyordu.
Son olarak, Amerika’nın Orta doğu’da kendine payanda olarak bir kürt devleti kurulmasına yönelik PKK ve onun yan kuruluşları PYD,YPG ve hatta DEAŞ gibi kendine bağlı devreye soktuğu kuruluşlarla insan hakları ve adalet anlayışına sığmayan, “düşmanca politikalar”la hareket etmesi, bardağı taşıran son damla oldu. Üstelik bu insanlar, hiçbir dini, ahlaki ve medeni değere de inanmıyorlar.
Türkiye, kendi varlığını ve birliğini korumak üzere başlatmak zorunda olduğu Zeytin dalı hareketiye, toplum olarak ahlak, iman ve kültür olarak birçok ülke ve kültürden farklı bir anlayış ve dayanışma içinde olduğunu gösterdi. Bu sosyal fotoğraf, kendi değerlerine, vatanına ve bayrağına bağlı ve güçlü bir iman ile tarihi misyonunu terketmemiş bir halkın varlığını ümit ve sevinçle gösteriyor ve geleceğe ait ümitlerimizi güçlendiriyor.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi