Yeni Şafak yazarı Gökhan Özcan’ın kaleme aldığı “Zihin katılaşması” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz..
Bir meseleyi konuşup tartışarak bir yere varma ihtimalimiz her geçen daha da azalıyor. Pek çoğumuz sabit fikirlerimizle kendi zihnimizin fasit dairelerinde dönüp duruyoruz. Görünüşte birileriyle konuşup tartışıyoruz ama zihinlerimiz o sırada birbirine hiç temas etmiyor aslında. Yaptığımız daha ziyade her gün hiç aksatmadan aynı sabit fikirleri seslendirerek kendimizi bir yere varmış olduğumuza inandırmaya çalışmak… Lunaparktaki çarpışan arabalar gibiyiz konuşurken; önümüze gelene çarpıyor, onu kendimizden uzağa itiyor, uzaklaştırıyoruz. Bir orta noktamız yok, herkes kendi ezberini papağan gibi tekrar edip duruyor. Tam bir sağırlar diyalogu…
Uzun zamandır tartışırken birbirinin sesini işiten, sözünü dinleyen, fikri üzerinde düşünen pek fazla kimse görmedim. Herkes herkesin kendi fikrine gelmesini bekliyor, üstelik bu beklentisini açıkça gösteriyor, en agresif tonlarda ortaya koyuyor. Her iki taraf da böyle kendine kilitli olunca her günün sonu o günün başından daha farklı bir yere bağlanmıyor, herhangi bir meselede en ufak bir mesafe alınamıyor.
Hiç kimse gerçeğin peşinde değil zaten; kendini zincirlediği ‘fikirler’den kopmama derdinde… Çünkü o kaskatı fikirler kümesi, sahip olduğu tek şey bir çok insan için… Onları elinden bırakırsa o yana bu yana savrulur, her esen rüzgarla oradan oraya sürüklenir diye korkuyor böyleleri. Daha esaslı fikirler edinmenin asla altından kalkamayacağı bir şey olmadığından da eminler.
“Her birimizin, hiç var olmadığı ve sadece var olma numarası yaptığı uzun dönemler vardır. Bazen bir insanın gerçek var oluşuyla, numaradan var oluşu onun için ölümcül bir şekilde birbirine karışır” diyor ‘Sarsıntı’ kitabında Thomas Bernhard.
Donmuş zihinler, kilitlenmiş fikirler… Bunlarla insanın tekamül etmesi mümkün değil elbet… Dünya bir yerden bir yere akıyor ve hiçbir şey yerinde sabit değil… Zihinsel olarak sürekli yenilenmek, her şeyi sürekli yeni baştan ve derinliğine düşünmek gerekiyor. Toplumumuzda hayatını karşıtına bakarak konumlayan büyük kalabalıklar var. Her konuda anında alevlenen tartışmalar çıkıyor ve bu tartışmalar kısa zamanda şuursuzca bir kayıkçı kavgasına dönüşüyor. Siyasette, ekonomide, sosyal hayatta, kültürde, hatta futbol yorumlarında ve yemek tariflerinde bile kaygı verici sertlikte ayrışabiliyoruz. İnsanların farklı fikirlerde olması değil burada sorun olan; birbirlerinin fikrini duymaya bile tahammülü olmamasında… Birbirinden öğrenecek bir şeyleri olmadığına kesinkes inanmalarında… Herhangi bir meselede gerçeğin ne olduğu konusunda kendi zihnindeki fikrin dışında hiçbir başka geçerli ihtimal bulunmadığına iman edilmesinde… Oysa zamanın bir yerinde edindiği bir kalıp fikirle bütün ömrünü geçirebileceğini zanneden bir insanın, akıp giden bir hayatın içinde gerçeği elinde sabit tutabilmesi mümkün mü?
Her insan hakikatin bir başka veçhesini, bir başka temsilini ortaya koyuyor yapıp ettikleriyle. İyisiyle kötüsüyle bu seyran hayatı her an yeniden inşa ediyor. Bakmazsak göremeyiz, seyrini kapalı tutanın da nihayetinde bir seyranı olmaz. Gerçekte körlük, gözlerden çok zihinlerdeki karanlığa işaret eder.
“Nice gözü gören vardır ki” dedi meczup, “kendi körlüğünün bile körüdür.”