Bedenim betonarme binadan farksız eve dönüyordum. Başımı gökyüzüne kaldırdım. Derin bir nefes çektim gökyüzünden ciğerlerime. Sanki soluğum bile taşlaştı içimde. Onu dahi katılaştırdı bu sıkışmış taştan bedenim.
Yürüdüm, yürüdüm. Varmaktı da niyetim, evime. Evim dediğime de bakmayın. İyelik ekine bile yabancılaşacak kadar uzaklaşmıştım artık evimden, soyutlanmıştım. Ait olma hissimi sanki kaybediyordum. Bunun için ne yapacağımı bilmiyordum. Çırpınamıyordum bile. Nereye aidim, nereye ait olmak istiyordum ben ? Ya da ait olmalı mıydım bir yere? Zaman zihnimde farklı, adımlarımda farklıydı. Zihnim durmaksızın düşünüyordu. Neyi aradığını bilmeden sorguluyor ve arıyordu. Savruklaşmıştım. Rüzgâr esiyordu bir taraftan. Elbisem uçuşuyordu bir taraftan. Ellerimle tutmaya çalışsam da nafile. Görünüşüm de zihnime benziyordu. Düşüncelerim gibi gözüküyordum artık. Zihnim kadar dağılmıştı görünüşümde.
Ya bakışlarım… Her gün geçtiği dükkan tabelalarının üzerinde dolanıyordu. Okuyordu ama niyesini bilmeden. Arada kapıyordum gözlerimi ama yine susmuyordu zihnim. Soruyordu bir şeyler. Dipte bucakta kalmış her kör noktaya değinmesi zaruriymiş gibi her gün tekrar yaşam algısını gözden geçiriyordu. Her gün, diğer günün sorularının cevabını arıyordu. Çoktan gelmiştim bineceğim durağa. Herkes ne kadar uzakmış diyor ama ben farkında bile değilim. Daha da yorulmuşum sanki. Ama yolun uzunluğu değildi bunun sebebi. Düşüncelerin ağırlığıydı beni yoran. Hızla akan ırmağın suyunun taşlara vurması gibi düşünceler birer birer çarpıyordu ruhuma ve ben o akıntıya yol vermeye çalışıyordum. Olacak gibi değildi. Duraktayken gelip geçen insanların hayat hikayelerine kayıyorum ara vermeden. Acaba nasıl bir hayatı var, bugün kendini nasıl hissediyor diye düşünüyorum. Tabii yetmez öyle sadece kendi hayat sorgulamalarım. Biraz da başka hayatların ihtimalleri üzerine düşünmeliyim. Metro beklerken yorulur mu insan demeyin, yoruluyor böyle işte. Öyle kafanı yastığa koyup ayaklarını yorganın soğuk tarafına uzatınca geçen türden bir yorgunluk değil. Zihinsel bir ağırlık, ruhani bir dermansızlık…
Eve varıp yatağıma uzandığımda bugün de bitti diyorum içimden. Uykuya dalacağım esnada olumsuz düşünceler, hasretler yokluyor zihnimi. Aslında hasret de diyemeyiz. Kavuşmadan hasret olunur mu bilinmez. Kendine duyulan hasret aslında bu. Zihninin yakar topta şampiyon olmaya ve istopta hangi rengi seçeceğini düşündüğü günlere değil, düşüncelerin sakin bir akışta gökyüzünün mahmurluğunda süzülen kuşun ahengi gibi süzüldüğü, yavaş ve net aktığı günlere duyalan hasret…
Özlemim zihnimin bu denli yorulmadığı, ruhumun bu denli boşluklarla dolmadığı bir bene.
Özlem duyduğum dinginlik için tüketmeyeceğim kendimi. Yavaşlamayı deneyeceğim. Tüketmeyeceğim düşüncelerimi. Kendimi bu kadar çabuk tanımak niyetiyle hırpalamayacağım. Günümüzün hızlı ve hareketli akışına karşı yavaşlamayı deneyeceğim.
Belki uzun uzun gökyüzünü seyredeceğim. Bir kuşun seyrini takip edeceğim. Gözlerimi kapatıp dalganın tenime ufak ufak değişini hayal edeceğim. Cennetin huzurlu ve kusursuz vaatlerini düşüneceğim. Zihnime bir atık kutu muamelesi yapmayacağım.
Çok değerliyiz, sevgiyle kalalım.
Anahtar Kelimeler
Zihinsel Yorgunluk, Zihin Yorgunluğu, Dinginlik